Jeopolitik Kuşatma, Küresel Güç Savaşı ve Türkiye’nin Kaderi
TÜRKİYE’NİN ETRAFINDA YENİ FIRTINA
Dünya, yeni bir jeopolitik kırılmanın eşiğinde. İran, İsrail ve ABD arasında giderek tırmanan gerilim; Irak ve Suriye’de yıllardır süren savaşların oluşturduğu enkaz, Orta Doğu’nun haritasını bir kez daha yeniden şekillendiriyor. Bu tablo karşısında Türkiye toplumunda “Bir sonraki hedef biz miyiz?” sorusu, sadece medyada değil, sokakta ve zihinlerde de güçlü bir şekilde yankı buluyor.
Bu kaygının kökleri hiç de temelsiz değil. Tarih, bu coğrafyanın Batılı güçler tarafından defalarca yeniden dizayn edilmek istendiğinin en canlı tanığıdır. Türkiye’nin bugünkü stratejik konumu, askeri kapasitesi, uluslararası ittifakları ve toplumsal dayanıklılığı dikkate alındığında, bu endişenin üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor.
Peki, gerçekten İran’dan sonra hedef tahtasında Türkiye mi var? Yoksa Türkiye, bu yeni jeopolitik satrançta kendi oyununu kuran, dengeyi tayin eden ve küresel hamleleri yönlendiren başat bir aktör olarak mı yükseliyor? Gelin, güncel gelişmelerden tarihsel mirasa; askeri ve siyasi dengelerden ekonomik dinamiklere kadar tüm boyutlarıyla bu sorunun gerçek cevabını birlikte arayalım.
ABD’NİN ÜSLER AĞI VE TÜRKİYE’NİN STRATEJİK KUŞATMASI
ABD’nin dünya genelinde 750’nin üzerinde askeri üssü bulunuyor. Bu üsler, yalnızca askeri müdahale için değil; istihbarat, lojistik, ekonomik ve psikolojik üstünlük sağlamak için var. Özellikle Türkiye’nin çevresinde konumlandırılan üsler, ABD’nin bölgesel çevreleme ve baskı politikasının en açık göstergesi:
Irak ve Suriye: ABD, kuzeyde ve doğuda askeri varlık gösteriyor. Rojava ve Deyrizor gibi bölgeler, ABD’nin Suriye’de PYD üzerinden nüfuz alanı oluşturduğu yerler.
Körfez Ülkeleri: Kuveyt, Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE’de ABD hava ve deniz üsleri, Ortadoğu enerji yolları ve İsrail’in güvenliği için vazgeçilmez.
Türkiye: İncirlik Hava Üssü ve Malatya Kürecik Radar Üssü, ABD’nin NATO şemsiyesiyle Türkiye topraklarında konuşlandığı, gerektiğinde Orta Doğu’ya hızla müdahale edebildiği iki stratejik merkez.
Bu askeri ağ, Türkiye’yi hem Batı ile askeri işbirliğinde tutan, hem de gerektiğinde baskı altında tutabilen bir “denge aracı” olarak işlev görüyor. Türkiye, dış politikasında ne zaman bağımsız hamle yapmaya kalksa, bu üsler ve etrafındaki askeri hareketlilik “uyarı” ve “denge” işlevi görüyor.
“PARÇALA-YÖNET” STRATEJİSİ
ABD ve İsrail’in bölgedeki tarihsel stratejisi net:
Bölgenin güçlü devletlerini parçalamak, onları zayıflatıp yönetilebilir hale getirmek ve enerji ile ticaret yollarının kontrolünü sağlamak.
Irak, işgal ve mezhep savaşlarıyla üçe bölündü; merkezi devlet yok edildi.
Suriye, iç savaş ve vekalet güçleriyle kuzeyi fiilen PYD kontrolüne bırakıldı.
İran, uzun yıllar yaptırımlar, suikastlar ve siber saldırılarla baskılandı; şimdi doğrudan askeri tehdit altında.
Her örnekte hedef, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve ABD’nin küresel çıkarlarını kalıcı hale getirmek.
Türkiye de bu kuşatmanın bir sonraki halkası olarak, daima haritanın merkezinde yer alıyor.
TÜRKİYE’NİN FARKLILIĞI
Ancak, Türkiye’yi Suriye ve Irak’tan ayıran kritik stratejik gerçekler var:
a) BOĞAZLAR VE JEOPOLİTİK KİLİT
Türkiye, Karadeniz’den Akdeniz’e geçişin tek kapısı olan boğazlara hâkim.
Bu, yalnızca Türkiye için değil; Rusya için de hayati bir mesele. Montrö Sözleşmesi sayesinde, Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemileri üzerinde denetim Türkiye’nin elinde.
Bir savaş halinde boğazların kapatılması, Rusya’nın Akdeniz bağlantısını koparır, Moskova’yı doğrudan tehdit eder ve Rusya’yı Türkiye’nin yanında pozisyon almaya zorlar.
b) NATO ŞEMSİYESİ VE KOLEKTİF SAVUNMA
Türkiye, NATO’nun en önemli üyesidir. 5. maddeye göre Türkiye’ye saldırı tüm NATO’ya saldırı anlamına gelir.
Bu gerçek, ABD ve İsrail başta olmak üzere hiçbir gücün doğrudan askeri müdahaleyi kolayca düşünememesinin ana sebebidir.
NATO şemsiyesi, Türkiye için hâlâ caydırıcı bir “güvenlik garantisi”dir.
c) ÇOK YÖNLÜ DIŞ POLİTİKA VE STRATEJİK DENGELER
Türkiye son on yılda Batı merkezli dış politika paradigmasını kırarak Rusya ve Çin’le derinleşen ilişkiler kurdu.
- Çin’le 45 milyar doları aşan ticaret hacmi,
- Rusya ile S-400 ve Akkuyu Nükleer gibi stratejik projeler,
- Azerbaycan ve Orta Asya ülkeleriyle Türk dünyası işbirliği,
Türkiye’yi tek kutuplu olmaktan çıkarıp, çok kutuplu bir denge noktasına taşıdı.
d) ASKERİ-TEKNOLOJİK YÜKSELİŞ
Türkiye, savunma sanayinde yerliliği %80’e çıkardı.
SİHA’lar, elektronik harp sistemleri, yeni nesil radar ve yazılım teknolojileriyle bölgede asimetrik denge sağaldı.
Libya, Karabağ ve Suriye’deki operasyonel başarılar, klasik askeri stratejileri tersine çevirdi ve “oyun bozucu” olarak yer etti.
e) EKONOMİK VE TOPLUMSAL DİRENÇ
Genç ve dinamik nüfusu, güçlü sanayisi ve üretim kapasitesiyle Türkiye, Irak veya Suriye gibi iç çöküşe müsait bir ülke değil.
Ekonomik saldırılara karşı zaman zaman kırılgan olsa da, toplumsal direnç ve devlet kapasitesiyle “çöküş” riskini bertaraf edecek potansiyele sahip.
RUSYA VE ÇİN’İN TÜRKİYE POLİTİKASI: KIRMIZI ÇİZGİ
Rusya:
Boğazlar nedeniyle Türkiye’yi vazgeçilmez bir partner olarak görüyor.
Suriye, Ukrayna ve enerji alanlarındaki işbirlikleri, Moskova’nın Ankara’ya her koşulda “kırmızı çizgi” koymasını sağlıyor.
Türkiye’ye dönük herhangi bir doğrudan saldırı, Rusya’nın bölgesel ve küresel çıkarlarını tehdit edeceğinden, Rusya bu durumda askeri ve diplomatik olarak karşı pozisyon alır.
Çin:
Kuşak-Yol Projesi kapsamında Türkiye, Çin’in Avrupa’ya açılan kapısıdır.
Türkiye’de istikrarın bozulması, Çin’in Orta Doğu ve Avrupa pazarlarına ulaşımını ve milyarlarca dolarlık yatırımlarını riske atar.
Çin, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal bütünlüğünü destekler, aksi durumun kendi ticari çıkarlarını tehlikeye atacağını bilir.
GÜNCEL RİSKLER VE YENİ SAVAŞ SENARYOLARI
ABD ve İsrail, doğrudan askeri saldırıdan çok, örtülü ve dolaylı yöntemlerle Türkiye’yi sınırlandırmaya çalışıyor. Bu yöntemlerin başlıcaları:
a) VEKALET SAVAŞLARI
Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin desteklenmesi, Irak’ta benzer yapılanmalarla Türkiye’nin sınır güvenliğine ve bölgesel çıkarlarına zarar verme çabası.
Amaç, Türkiye’yi sürekli düşük yoğunluklu çatışmalarla meşgul etmek ve askeri kapasitesini yıpratmak.
b) EKONOMİK OPERASYONLAR
Küresel finans piyasalarında döviz saldırıları, not indirimleri ve uluslararası ekonomik baskı yoluyla Türkiye ekonomisini kırılgan hale getirmek.
Son yıllarda Türkiye’de yaşanan döviz şoklarının ardında uluslararası manipülasyonların olduğuna çok kez tanık olduk.
c) SİBER SALDIRILAR VE BİLGİ SAVAŞI
Enerji, bankacılık ve iletişim altyapılarına yönelik siber saldırılar; sosyal medya üzerinden organize edilen psikolojik operasyonlarla toplumu kaos ortamına sürüklemek.
d) DİPLOMATİK İZOLASYON VE ALGI OPERASYONLARI
Türkiye’nin uluslararası alanda yalnızlaştırılması için AB ve ABD tarafından Kıbrıs, Ermeni, Ege gibi kronik meseleler zaman zaman gündeme getirilmekte.
Aynı anda medya ve uluslararası STK’lar üzerinden Türkiye’ye yönelik kara propaganda yürütülmekte.
TÜRKİYE’NİN YENİ SAVUNMA VE HAMLE KAPASİTESİ
Türkiye, bu örtülü savaşlara karşı çok boyutlu bir savunma hattı oluşturdu:
Savunma Sanayi: Yerli Siha’lar, uçaklar, tank, fırkateyn ve hava savunma sistemleri ile askeri modernizasyonunu sürekli geliştirmesi.
Enerji: Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki doğal gaz ve petrol aramaları, Akkuyu Nükleer Santrali, yenilenebilir enerji atılımları.
İstihbarat ve Siber Güvenlik: MİT’in bölgesel operasyon kabiliyeti, siber savunma merkezleri ve kritik altyapı koruması.
Diplomasi: Ankara merkezli dış politika; Batı, Avrasya ve Türk dünyası ile dengeli ilişkileri.
Bu unsurlar, Türkiye’yi hem savunma hem de diplomatik masa başında “vazgeçilmez” hale getiriyor.
YENİ DENGE: OYUN KURUCU TÜRKİYE
Türkiye artık küresel denklemde “pasif hedef” değil; aktif oyun kurucu.
- Türk Devletleri Teşkilatı, Afrika ve Orta Asya açılımları, Balkanlar ve Kafkasya’da derinleşen ilişkiler, Türkiye’nin bölgesel liderliğini güçlendirmektedir.
- Teknolojik Atılım: Yapay zekâ, savunma yazılımı ve uzay programlarıyla, sadece askeri değil, sivil teknolojide de yeni merkez olma yolunda hızla ilerlemektedir.
- Ekonomik Çeşitlenme: Batı ile olduğu kadar Doğu ile de büyüyen ticaret, ihracatın artışı, savunma sanayi ürünleriyle küresel pazarda yer alma stratejisi ile gelişmektedir.
Bu başlıklar, Türkiye’nin klasik Batı kuşatmasına karşı “alternatif bloklar” ve yeni işbirlikleri kurmasını sağlıyor.
SONUÇ: “HEDEF” Mİ, “OYUN KURUCU” MU?
Türkiye, klasik anlamda ABD-İsrail ekseninin “sıradaki hedefi” olmaktan çok uzak bir pozisyona sahip.
Etrafı üslerle çevrili, vekalet savaşlarına, ekonomik ve dijital saldırılara maruz kalan bir ülke; ancak tüm bu kuşatmayı aşacak askeri, ekonomik, toplumsal ve diplomatik kapasiteye sahip.
Korkuyla değil, stratejik akılla hareket edildiğinde, Türkiye hem Batı’nın hem Doğu’nun gözünde “vazgeçilmez denge unsuru” olmaya devam edecektir.
Bize düşen; bağımsız savunma kapasitemizi, ekonomik direncimizi, toplumsal birliğimizi ve çok yönlü diplomasi yeteneğimizi kararlılıkla güçlendirmektir. Ancak bu şekilde, ülkemizi her türlü dış tehdide karşı güvence altına alabiliriz.
İran’dan sonra sıra Türkiye’ye mi geldi?
Hayır! Artık sıra, Türkiye’nin kendi oyununu kurmasına ve yeni bir küresel denge yaratmasına geldi.
Saygılarımla
Taşkın Koçak |23 Haziran 2025