Türk Erkeklerinin Yabancı Kadınlarla Evlilik ve Birlikte Yaşama Eğilimi: Sosyolojik Bir Alarm

Geleneksel Türk aile yapısı, uzun yıllar boyunca “aynı kültürden, aynı milletten, aynı mahallenin kızıyla evlenme” paradigması etrafında şekillenmiştir. Ancak 2000’li yıllardan sonra hızla değişen toplumsal dinamikler, küreselleşmenin etkisiyle karma evliliklerin ve resmî olmayan birlikte yaşam biçimlerinin yaygınlaştığını göstermektedir. TÜİK’in verileri, son yıllarda Türkiye’de yabancı uyruklu kadınlarla yapılan evliliklerde belirgin bir artış olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak mesele yalnızca resmî nikâh değil; imam nikâhı, fiili birliktelik ve sosyal medyada başlayan ilişkilerin evrildiği yeni bir ilişki yapısı söz konusu.

1. Resmî Verilerle Başlayalım: TÜİK Ne Diyor?

TÜİK’in 2023 verilerine göre Türkiye’de yapılan her 100 evlilikten yaklaşık 4’ü yabancı uyruklu kadınlarla gerçekleşiyor. Bu oranın bazı illerde, özellikle sahil ve turizm bölgelerinde (Antalya, Alanya, Muğla, İstanbul, Mersin) %8’in üzerine çıktığı gözlemleniyor. En fazla evlilik yapılan yabancı uyruklu kadınlar genellikle şu ülkelerdendir:

  • Rusya
  • Ukrayna
  • Moldova
  • Gürcistan
  • Kırgızistan
  • Özbekistan
  • Fas
  • Tunus
  • Endonezya ve Filipinler gibi Güneydoğu Asya ülkeleri

Ancak resmî nikâh dışındaki imam nikâhlı ya da fiili birlikteliklerin sayısına dair doğrudan bir istatistik bulunmamakla birlikte, saha çalışmalarına ve medya raporlarına göre bu sayı resmi evliklikerden iki veya üç kat daha fazla olduğu yönündedir.

2. Türk Erkekleri Neden Yabancı Kadınlarla İlişki Kurmayı Tercih Ediyor?

A. Türk Kadınına Yüklenen Sosyal Roller ve Yükselen Beklentiler

Günümüz Türkiye’sinde kız çocukları daha küçük yaşlardan itibaren “sen özelsin, sana kimse karışamaz, en iyisini hak ediyorsun” mottosuyla büyütülüyor. Bu yaklaşım, bir yönüyle özgüveni yüksek şahsiyetler yetişmesini sağlarken, diğer yönüyle gerçek hayatla bağları kopuk, karşısındakiyle eşit ilişki kurmakta zorlanan, sadece kendisinin merkezde olduğu bir ilişki modeli inşa ediyor. Aileler, kızlarını koruma adı altında onları hayatın doğal sınırlarından yalıtıyor; her istediği yapılan, her arzusu gerçekleştirilmiş bir kız, bir başkasının hayatına ortaklık kurmakta zorlanıyor.

Bu süreç, birçok erkek açısından ilişkiyi bir rekabet alanına dönüştürüyor. Erkek, yalnızca koca değil; aynı zamanda sınanan, yargılanan ve sürekli yetmeyen bir figür hâline geliyor. Türk kadınlarının bir kısmı, maddi ve manevi anlamda kendilerini merkeze koyan, sürekli “daha fazlasını isteyen” bir rolün içinde hareket ediyor. Ev, araba, statü, dış görünüş, sosyal çevre gibi ölçütler artık sevginin önüne geçerken; erkekler, bu beklenti bombardımanı karşısında yorgun, yetersiz ve değersiz hissediyor.

Bu da birçok erkeği, daha az sorgulayıcı, daha çok huzur sunan, ilişkiye yüklediği anlamı daha sade ve doğal yaşayan yabancı kadınlara yöneltiyor. Çünkü onlar için “sevilmek”, yarışmakla değil, birlikte yürümekle eşdeğer. Böylece kadın ve erkeğin ilişki kurma biçimi arasındaki bu derin fark, evliliği bir ortaklık olmaktan çıkarıp bir güç savaşına dönüştürüyor. Türk kadını farkında olmadan ilişkiyi zorlaştırıyor, Türk erkeği ise çözümü başka bir kültürde arıyor.

B. Yabancı Kadınların “Uyumlu” Algısı

Günümüz Türkiye’sinde bazı erkekler için yabancı kadınlar, özellikle de Baltık ve Slav coğrafyasından gelenler, sadece bir eş değil; bir sükûnet hayali, bir duygusal sığınak anlamı taşıyor. Bu kadınların sorgulamayan, çatışma üretmeyen, yumuşak huylu ve erkeği merkez alan ilişki anlayışları, Türk erkeklerinin zihninde “huzur partneri” olarak kodlanmalarına neden oluyor.
Burada mesele yalnızca bir kadın profili değil, aynı zamanda toplumun erkeklere yüklediği baskıların karşısında duyulan bir dinlenme ihtiyacıdır. Kariyer yarışı, ekonomik stres ve duygusal mesafelerin arttığı bir dünyada, beklentisiz, kırmadan seven, sade ve sessiz bir sevgi; adeta bir ruh ilacı gibi arzulanıyor. Bu kadınlar, gösterişsiz yaşamları, ilişkilere yükledikleri içten anlam ve statü ya da maddi kazanç beklentilerinin düşük oluşuyla, modern kadının “talepkâr” imajının karşıtı olarak görülüyor.

Bu algı, kadın-erkek ilişkilerindeki kültürel dengesizliklerin ve içsel boşlukların bir yansımasıdır. Yani bu “uyum” arayışı, aslında bastırılmış bir huzur özleminin dile gelişidir. Kadını değil, dinginliği arayan bir erkekliğin ifadesidir.

C. Karşılıklı Fayda ve Psikolojik Doyum

Yabancı kadınlar için Türkiye’deki erkeklerin gösterdiği ilgi, koruma ve sahiplenme; kendi ülkelerinde yeterince görmedikleri değeri bulma anlamına geliyor. Erkek için bu durum “aşık olunan, beğenilen ve değer gören adam” hissini doğuruyor. Kadın içinse “güvenli liman” oluyor. Bu karşılıklı doyum, resmî evlilik olmasa bile birlikte yaşama ya da imam nikahı ile ilişki kurma eğilimini artırıyor.

Türk Kızlarının “Evde Kalma” Algısı: Bir Sosyolojik Alarm
Günümüzde Türk kadınlarının evliliği ertelemesi ya da tamamen gündeminden çıkarması, toplumsal bir dönüşümün işareti. Artık birçok kadın yüksek beklentilere sahip: iyi bir kariyer, maddi güvence, duygusal olgunluk ve sosyal prestij istemektedir. Ancak bu kriterler, ekonomik zorluklar ve kültürel çatışmalar nedeniyle çoğu erkeğin ulaşabileceği sınırların çok ötesinde. Sonuç olarak, bu “yüksek çıta”, birçok Türk erkeğini yurt dışına yönlendiriyor; kadın ise evlilik fırsatını zamanla kaçırıyor. “Evde kalmak” artık sadece yaşla ilgili bir kavram değil; beklenti ve gerçeklik arasındaki uçurumun bir sonucu. Bu durum, bireysel tercihlerden çok, toplumsal yapının değiştiğini ve yeni bir ilişki denklemine geçildiğini gösteren sosyolojik bir alarm niteliği taşıyor.

5. Ailelerin Rolü: Kızlarını Evliliğe Hazırlamak mı, Yarıştırmak mı?
Türk aile yapısında kız çocukları genellikle “korunması gereken nadide varlıklar” olarak yetiştiriliyor. Bu niyetle sergilenen aşırı korumacılık, zamanla kız çocuklarının hayatla ve gerçek erkek profilleriyle bağ kurmasını zorlaştırıyor. Aileler “Sen farklısın, eşsizsin, sana herkes layık olamaz” diyerek aslında kızlarına bir taç giydiriyor; ama bu taç, kadınları erişilmez kılarken erkekleri değersizleştiriyor. Bu yaklaşım, kadın-erkek ilişkisinde dengeyi bozuyor, iletişimi zorlaştırıyor ve karşılıklı beklentileri yönetilemez hâle getiriyor. Kızlarını evliliğe hazırlamak yerine, erkeklerle bir rekabetin içine sokan bu anlayış, uzun vadede yalnızlığı büyütüyor. Ailelerin iyi niyetle verdiği bu “değerli olma” mesajı, kadınların ilişki zeminine değil; çoğu zaman yalnızlık kürsüsüne çıkarılmasına neden oluyor. Sonuç: hayran olunan ama yaklaşılmayan kadınlar, uzaklaşılan erkekler…

Geleneksel Aile Bitiyor mu, Dönüşüyor mu?
Türk erkeklerinin yabancı kadınlarla evlilik ya da birlikte yaşama eğilimi; basit bir arzu ya da geçici bir heves değil, derin ve çok katmanlı bir toplumsal dönüşümün habercisidir. Kadın-erkek rollerinin yeniden tanımlandığı, iletişim biçimlerinin değiştiği, evlilik kurumunun ise sosyoekonomik baskılarla sarsıldığı bir dönemin tam ortasındayız. Bu değişimi sadece bireysel tercihler olarak değil; aile, toplum ve kültür düzleminde bir kırılma olarak görmek gerekir.

Bu sebeple; ailelerin, gençlerin, eğitim sisteminin, medyanın ve tüm sosyal yapının bu dönüşümü sağlıklı okuyarak yeniden pozisyon alması şarttır. Aksi takdirde, kadın yalnızlaşacak, erkek yabancılaşacak; aile dediğimiz kutsal yapı ise yalnızca nikâh cüzdanına değil, birlikte kurulan anlamlı hayata dayandığında ayakta kalabilecektir.

Bu süreci yönetmek ve sağlıklı bir gelecek inşa etmek için başta Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, YÖK, RTÜK, STK’lar, kanaat önderleri, üniversiteler ve medya organları çok boyutlu, yerli ve milli bir perspektifle bu meseleye eğilmelidir. Çünkü mesele yalnızca evlilik değil; milletin geleceğidir.

Saygılarımla

Taşkın Koçak

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir