Setti Zerai’den Reformlara: İran ve Suudi Arabistan’da Devlet ve Din

Tarih boyunca din ve devlet ilişkileri, toplumsal düzenin ve siyasi meşruiyetin en belirleyici unsurlarından biri olmuştur. İslam dünyasında ise bu ilişki, kimi coğrafyalarda dini normların doğrudan devlet otoritesine dönüştüğü, bazılarında ise sekülerleşmenin öne çıktığı girift bir zemine oturmuştur. Modern dönemde, İslam’ı devlet yönetiminin merkezine koyan en dikkat çekici iki ülke hiç şüphesiz İran ve Suudi Arabistan’dı. Her iki ülke de, İslam’ın özellikle şeri hükümlerini yani “setti zerai” kısmını toplumsal yapıyı dizayn eden bir çerçeve olarak benimsemiş, fakat zamanın ruhu ve küresel değişim karşısında devamlılık sağlayamamışlardır.

Setti Zerai Yaklaşımının Temeli ve Uygulamadaki Karşılığı

İslam’ın toplumsal düzen inşasında helal ve haram çizgileri, toplum mühendisliğinin ana hatlarını oluşturur. “Setti zerai” prensibi; yani insanı günaha ve harama götürecek bütün kapıların, ihtimallerin önceden kapatılması, İran ve Suudi Arabistan’ın uzun yıllar boyunca temel yönetim motivasyonu olmuştur. Kadın-erkek ilişkilerinden, eğlence hayatına, kamusal alan düzenlemelerinden medya sansürüne kadar toplumu “koruma” adına geliştirilen politikalar, esasen dinin cezai ve yasaklayıcı boyutunun öne çıkarılması şeklinde tezahür etti. Bu sistemde bireysel tercihlerin, moderniteyle gelen yaşam tarzlarının, küresel etkileşimlerin çoğu zaman dışlandığını; toplumun devlet eliyle “muhafaza” edilmeye çalışıldı.

İran: Devrimden Günümüze Değişmeyen Katı Çizgi

1979’daki İslam Devrimi sonrası İran, devletin tamamını “Velayet-i Fakih” prensibiyle teokratik bir modele dönüştürdü. Siyasal, hukuki ve kültürel alanlarda Şii İslam’ın yorumları mutlak belirleyici oldu. Zaman ilerledikçe, özellikle 2000’li yıllardan sonra dünyada yaşanan değişimlerin İran toplumunu da etkilemeye başladığı görüldü. İnternetin yaygınlaşması, genç nüfusun dış dünya ile teması, global popüler kültürün sosyal medyayla sızması, toplumda bireysel özgürlük taleplerini ve sekülerleşme eğilimlerini artırdı.

Buna rağmen rejim, dini kimliği ve katı toplumsal normları koruma refleksini hiçbir zaman gevşetmedi. Her türlü toplumsal değişim talebi, sokak gösterileri ve kültürel dönüşüm çabaları, genellikle baskı ve şiddetle bastırıldı. Ancak bu baskıcı ve dayatılan dini kurallar, İran toplumunda özellikle gençler arasında inançsızlık, ateizm ve deizm gibi akımların gizlice yayılmasına yol açtı. Sadece öteden beri muhalif olan kesimler değil, dindar ailelerde yetişen gençler de bu süreçten etkilendi. Toplum, bir yandan dinî aidiyetten uzaklaşırken öte yandan devlete karşı da ciddi bir tepki geliştirdi.

Özellikle son yıllarda, İran toplumunda dindarlık giderek çözülmeye ve İslam’a yönelik gönüllü bağlılıkta belirgin bir gerileme yaşanmaya başladı. Devletin zorlayıcı tutumuyla sürdürülen toplumsal dindarlık, genç kuşaklar arasında inançsızlık, din eleştirisi ve “örtülü sekülerleşme” eğilimlerinin yaygınlaşmasına neden oldu. Bugün İran’da görülen çok sayıda başkaldırı, protesto ve toplumsal çalkantı da, aslında bu derin iç çatışmanın ve toplumsal dönüşümün somut yansımaları olarak değerlendirilebilir.

Son olarak, günümüzde yaşanan İran-İsrail savaşı sırasında da gözlemlendiği üzere, bazı İran vatandaşlarının kendi devletleri aleyhine faaliyet gösterdiği, yabancı istihbarat kuruluşlarının casusluk faaliyetlerine karıştığına hep birlikte şahit olduk. Bu durum, devlet ile toplum arasındaki güvenin ve bağlılığın ne kadar zayıfladığını ve ülkeye ciddi bedeller ödettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Suudi Arabistan: Gelenekten Değişime Zorunlu Evrim

Suudi Arabistan ise yirminci yüzyıl boyunca, Vahhabi yorumuyla şeriatın katı biçimde uygulandığı, kamusal ve özel hayatın din kurallarına göre düzenlendiği bir ülke olarak öne çıktı. Ancak 2000’li yıllardan itibaren, özellikle de 2010’lardan sonra, toplumda ve yönetimde değişim taleplerinin yoğunlaşmasıyla birlikte bir “dönüşüm” süreci başladı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın iktidara gelişiyle birlikte “Vizyon 2030” projesi, ülkeyi hem ekonomik hem toplumsal olarak küresel düzene entegre etmeyi hedefledi. Kadınların araba kullanabilmesi, sinema ve konserlerin serbest bırakılması, eğlence sektörüne yatırım gibi uygulamalar, “setti zerai” yaklaşımından kademeli bir kopuş anlamına geldi.

Bu değişim süreci, elbette ülke içinde güçlü tepkiler ve dirençle karşılaştı. Dini otoriteyi temsil eden bazı yapıların ve muhafazakâr çevrelerin eleştirileri göze çarptı. Ancak yönetim, toplumu daha serbest, bireysel tercihlere daha açık ve küresel etkileşime daha hazır bir noktaya taşıma kararlılığını sürdürdü. Suudi Arabistan’da bugün, devletin dayattığı toplumsal dindarlık bir miktar gevşerken, toplumun kendi inanç dünyasını özgürce yeniden inşa edebileceği bir ortamın kapısı aralanıyor.

4. Toplumun Dinamikleri: İslam’ın Zorla Dayatılmasının Sınırları

İran ve Suudi Arabistan örnekleri, İslam’ın yalnızca hukuki ve cezai yönüyle, yani “setti zerai” ve yasaklayıcı prensiplerle toplumun dönüştürülemeyeceğini gösteriyor. Dünya hızla değişiyor; iletişim araçları ve küresel kültür, insanların referans çerçevesini köklü biçimde etkiliyor. Toplumsal gelişim, sadece yasa ve ceza ile değil, gönüllerde filizlenen bir inanç ve aidiyet ile mümkündür. Kaldı ki İslam’ın temelinde, bireyin gönüllü teslimiyeti, iradesiyle iyiliği seçmesi, haramdan uzak durmayı içselleştirmesi vardır. Zorunluluk, tehditle gelen dindarlık ise yüzeysel kalıyor ve toplumsal patlamaların önünü açıyor.

Bugün İran’da dindarlığın yavaş yavaş çözüldüğünü, Suudi Arabistan’da ise yeni neslin daha açık bir toplumsal yapıya yöneldiğini görmek mümkündür. Toplumun dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalması beklenemez; internetin, sosyal medyanın ve turizmin etkisiyle her iki ülkede de insanlar evrensel değerlerle ve alternatif yaşam biçimleriyle tanışıyorlar. Bu noktada, inancın sadece yasaklarla, sınırlarla değil; samimi bir gönül bağı ile yaşanması, İslam’ın toplumlarda sağlıklı bir şekilde kök salmasının anahtarıdır.
Suudi Arabistan toplumunu İran toplumundan ayıran önemli bir özellik, Suud halkının modern hayatın imkanlarından faydalanma isteği, onların dini inançlarından uzaklaştığı anlamına gelmez. Tam aksine, Suudi halkı dini ritüellerini, özellikle namaz ve helal-haram gibi konularda, İran halkından farklı olarak daha derinden içselleştirmiştir.

Sonuç: Gönüllerde Filizlenen İslam ve Geleceğin Toplumu

Netice itibariyle, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde devlet eliyle “setti zerai” uygulamaları toplumu dönüştürmekte artık anlamını yitirmekte; hatta çoğu zaman ters tepkiye neden olmaktadır. Bu durum, İslam’ın kalıplara sıkıştırılması, insanı merkeze alan evrensel rahmet ve hikmet mesajının toplumsal planda tam karşılık bulmasını engelliyor. Bu sebeple, toplumsal değişimin ve modernleşmenin hızına ayak uydurmak için dinin özüyle, insanın fıtratıyla barışık, gönüllerde filizlenen bir yönteme ihtiyaç var. Yasaklarla ve baskıyla değil; bilinçle, iradeyle, gönülden bir kabulle İslam’ın yaşanması hem bireysel hem toplumsal barışın anahtarıdır. Unutulmamalı ki, gönülden yaşanmayan bir din, toplumun dönüşümüne gerçek anlamda öncülük edemez.

Saygılarımla

Taşkın Koçak

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir