Isaac Newton (1642-1727), klasik mekaniğin babası, çağının en büyük bilim insanı… Ancak Newton’u yalnızca bilimsel başarılarıyla, Principia’sı, evrensel çekim yasası, optikteki devrimleriyle anmak eksik kalır. Çünkü Newton’un iç dünyasında bir o kadar güçlü bir başka fırtına daha esiyordu: İncil’in hakikatini ve Hristiyanlığın özünü anlama arayışı.
Newton’un el yazmaları incelendiğinde, matematiksel formüllerle dolu sayfalar kadar çok İncil tefsiri, kehanet yorumları ve teolojik analizler de görülür. Onun için Tanrı, evrenin büyük matematikçisiydi; doğa yasaları, İlahi Akıl’ın tezahürüydü. Fakat Newton’un Tanrısı, kilisenin dogmalarında anlatılandan çok daha yalın ve sadeydi. Özellikle teslis (Trinity) doktrini – yani Tanrı’nın üçlü (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) birliği – Newton’a göre insan eliyle icat edilmiş bir sapmaydı.
Newton ve Teslis Doktrinine Karşı Sessiz Bir Mualifti
Newton, İncil’i yıllarca orijinal dillerinden (İbranice, Yunanca, Latince) inceledi. Sonuç? İsa’nın, Tanrı’nın biyolojik ya da ontolojik anlamda “oğlu” olmadığına, “peygamber” olduğuna, hatta Hristiyanlıkta teslis olarak yer alan öğretinin, Hristiyanlığın ilk çıkışında olmadığına kanaat getirdi. Ona göre teslis, Hristiyanlığın sonraki dönemlerinde, özellikle Roma İmparatoru Konstantin’in siyasi hesaplarıyla resmiyet kazanmıştı. Ancak Newton, bu düşüncelerini açıkça ifade etmedi. Yaşadığı çağda, teslise karşı çıkanlar aforoz ediliyor, kamu görevlerinden men ediliyordu. Newton, Royal Society başkanlığında (ve Cambridge Trinity College profesörlüğünde) bu fikirlerini gizli tuttu. El yazmaları, not defterleri, yakın dostlarına yazdığı mektuplar – tüm bu kaynaklar, onun teolojik isyanını günümüze taşıyan sessiz tanıklar oldu. Newton için bilim kadar dinde bir arayıştı; hakikate ulaşma tutkusu her iki alanda da aynı derinliği taşıyordu. Newton, Hristiyanlık tarihinde Arius’un savunduğu görüşlere, yani İsa’nın tanrı değil yaratılmış bir peygamber olduğu fikrine, oldukça yakındı. Bir başka ifadeyle, Newton bir anlamda Ariusçu (Arian) bir bakış açısına sahipti.
Newton’un İzinden Gidenler ve İngiliz Aydınlanmasında Benzer Sesler
Newton yalnız değildi. İngiliz bilim ve düşünce dünyasında, teslis başta olmak üzere dini dogmalara eleştirel bakan, hakikati arayışta aklı ve gözlemi öne çıkaran başka isimler de vardı. İşte Newton gibi, ya da ona paralel biçimde, Hristiyan dogmalarını sorgulayan bazı İngiliz bilim insanları ve düşünürler:
1. John Locke (1632-1704)
Empirizmin babası olarak anılır. Locke, dini inançların bireysel vicdan meselesi olduğunu, aklın rehberliğinde iman edilmesi gerektiğini savundu. “Dini hoşgörü” ilkesinin öncüsüdür. Teslis meselesinde Newton kadar açık bir eleştiri yapmamışsa da, aklı dini tartışmaların merkezine koymasıyla, dogmatizme karşı durmuştur.
2. William Whiston (1667-1752)
Newton’un öğrencisi ve halefidir. Özellikle “Arian” görüşleriyle tanınır. Teslisin reddi konusunda Newton’dan daha açıktır. Whiston, İsa’nın tanrısallığını değil, peygamberliğini savunur ve bu görüşleri nedeniyle Cambridge’den uzaklaştırılır.
3. Samuel Clarke (1675-1729)
Newtoncu bir filozof ve teologdur. Clarke, Tanrı’nın birliğini savunmuş ve teslise karşı rasyonel argümanlar geliştirmiştir. Newton gibi, o da açıkça sapkın ilan edilmekten çekinmiş, düşüncelerini çok dikkatli ve ölçülü biçimde ifade etmiştir.
4. Joseph Priestley (1733-1804)
Kimya alanındaki çalışmalarıyla bilinir (amonyak ve oksijenin keşfi), ama aynı zamanda ateşli bir Unitarian’dır (birlikçi). Teslise karşı çıkmış, İsa’nın Tanrı değil, insan olduğunu savunmuştur. Priestley’nin dini görüşleri, bilimsel düşüncesiyle iç içe geçmiştir.
5. Michael Servetus (1511-1553)
Her ne kadar İspanyol kökenli olsa da, onun teslise karşı fikirleri, İngiliz aydınlanmasında önemli etkiler bırakmıştır. Servetus, teslisi reddettiği için yakılarak öldürülmüştür.
Neden Bu Kadar Önemliydi? Bilim–Din Ekseninde Bir Paradigma Mücadelesi
Newton ve benzerlerinin teslise karşı çıkışı, yalnızca teolojik bir itiraz değildi; bu, aklın, gözlemin ve özgür düşüncenin dogmaya karşı başkaldırısıydı. Avrupa’da skolastik düşüncenin yıkılışı, deneysel bilimlerin yükselişiyle eş zamanlı ilerledi. Bilim insanları artık hakikati kilisenin değil, doğanın kendisinden okumak istiyordu. Newton’un teslise dair şüpheleri, Batı’da bilimin dinin hizmetinden çıkıp bağımsız bir otorite haline gelmesinin sembolüydü.
Newton’un devrimsel katkısı, yalnızca evrenin mekanik düzenini göstermekle sınırlı değildi; aynı zamanda aklı, delili ve sorgulamayı Tanrı’ya ulaşma yolunda meşru ve elzem bir araç haline getirmesiydi.
Newton’un Sessizliğinin Nedeni: Bir Çağın Tehlikeli Gerçekleri
Newton’un teslis karşıtı görüşlerini neden gizli tuttuğunu anlamak için yaşadığı dönemin sosyo-politik atmosferine bakmak gerekir. O çağda, Anglikan Kilisesi’nin hâkimiyeti ve dini sapkınlıklara karşı uygulanan cezalar çok ağırdı. Newton’un “unitarian” inancını açıkça ilan etmesi, tüm akademik ve toplumsal konumunu kaybetmesiyle sonuçlanabilirdi. Bu yüzden, Newton bir “sessiz devrimci” olarak kaldı.
Newton’u Anlamak, Batı’yı ve Bilimi Anlamaktır
Newton’un bu “gizli teolojisi”, Batı bilim ve düşünce tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır. Çünkü burada karşımıza çıkan bilim adamı, yalnızca doğanın sırlarını çözen bir teknisyen değil; hakikatin peşinde koşan, aklı ve vicdanı kılavuz edinen gerçek bir arayıcıdır. Newton’un teslise karşı duruşu, günümüzde hâlâ geçerliliğini koruyan temel bir ilkenin altını çizer: Sorgulamak ve düşünmek.
Bu entelektüel cesaretin ve bağımsızlığın bugünkü değeri çok büyüktür. Çünkü bilimsel ilerlemenin özü, “soru sormak”tır. Newton, evrenin yasalarını incelerken de, kutsal kitabı araştırırken de aynı temel prensibi gözetmiştir: Hakikat, aklın ve gözlemin önünde eğilir; asla otoritenin, geleneğin ya da çoğunluğun önünde değil.
Bugün Batı’da bilimsel devrimleri mümkün kılan o büyük zihni hareketin ardında, Newton ve onun gibi düşünenlerin bu özgür ve cüretkâr bakış açısı vardır. Bilim ile din arasındaki mesafe, dogma ile hakikat arayışı arasındaki mücadele, insanlık tarihinin kadim meselelerinden biridir. Newton, bu mücadelenin tam merkezinde; yalnızca matematiğin değil, aynı zamanda inancın da devrimcisidir.
Sonuç:
Isaac Newton, Hristiyanlığın teslis doktrinine bilimsel ve teolojik temelde karşı çıkmış, İsa’yı Tanrı değil peygamber olarak görmüş ve bu görüşlerini dönemin siyasi ve dini baskıları nedeniyle gizlemiştir. Onun gibi, İngiliz bilim dünyasında aklı ve gözlemi öne çıkaran, dogmalara karşı cesurca duran başka bilim insanları da olmuştur. Newton’un duruşu, Batı düşünce tarihinde hem aklın hem de vicdanın zaferinin simgesidir.
Bugün hâlâ, bilimde ve düşüncede ilerlemenin temel anahtarı budur: Her türlü dogmayı sorgulayabilmek, hakikatin izini sürmek… İşte Newton’u ve onun mirasını asıl büyük yapan da budur.
Saygılarımla
Taşkın Koçak