Bir AVM’de lavaboya uğradım. İçeride, 20’li yaşlarda iki genç, pisuvarda hacet giderken selfie çekiyorlar. Gözlerim büyüdü, inanamıyorum; “Gençler, ne yapıyorsunuz, böyle şey olur mu?” dedim. Utangaç bir gülümseme, “Abi tamam, pardon, özür dileriz,” deyip hemen telefonlarını indirdiler. Ben de “Burası mahrem bir alan, burada bu işi yapmak bile dikkat gerektirirken, bir de selfie çekmek nedir?” dedim ve içimde tuhaf bir buruklukla oradan çıktım.
Sonra düşündüm: Bu sadece birkaç gencin anlık bir eğlencesi mi, yoksa çok daha derin bir toplumsal çürümenin, insanlık onurunun ve mahremiyet algısının erozyona uğradığının küçük bir sahnesi mi?
Sosyal Medyanın Mahremiyet Üzerindeki Yıkıcı Etkisi
Artık neredeyse her gün, Instagram, TikTok, Meta ve diğer sosyal medya platformlarında mahremiyetin bütün perdelerinin paramparça edildiğine şahit oluyoruz. Plajlarda, yatak odalarında, tuvaletlerde, restoranlarda, çeşitli etkinliklerde, aile ortamında, çocuk, genç, orta yaşlı, yaşlı demeden herkes bir şekilde kendini teşhir etme yarışında. Mahrem alanlar, kişisel sınırlar, aileye ve kendine ait özel anlar artık sadece birkaç tıkla milyonların gözleri önüne seriliyor.
Bir anne, evinin en mahrem köşesinde çocuğuyla oynarken video çekip paylaşıyor. Bir baba, eşini ve çocuklarını uykuda yakalayıp story yapıyor. Orta yaşlı bir adam, tuvalette tıraş olurken selfie çekip Instagram’da “günün motivasyonu” etiketiyle paylaşıyor. Üniversite öğrencisi bir kız, plajda bikinili pozunu beğeni uğruna on binlerce kişiye sunuyor. Maalesef, gençler arasında cinsel içerikli, argo konuşmalı, uygunsuz pozların paylaşılması adeta “norm” halini almış durumda. Sınırlar yok, mahremiyet yok, utanmak yok, ölçü yok…
Tehlikenin Boyutları: Selfie Uğruna Hayatını Kaybedenler
İş sadece teşhircilikle kalmıyor. Dünya genelinde her yıl 300’den fazla insan, selfie çekerken hayatını kaybediyor. Düşünün, sırf “en çılgın”, “en tehlikeli” veya “en dikkat çekici” kareyi yakalayacağım diye insanlar köprülerden, yüksek kayalıklardan, tren raylarından, gökdelen tepelerinden aşağıya düşerek ölüyorlar. Bir fotoğraf, bir video, bir “like” uğruna ömrünü sonlandıran bu gençlerin ardından ne acılar, ne hikayeler kalıyor… Türkiye’de de, baraj kenarında, tarihi köprü üstünde, dağ zirvesinde, ölüme meydan okuyan gençlerin haberi artık sıradan birer gündem maddesi.
Aile ve Toplumun Yıkılan Sınırları
Bir başka yıkım ise, aile ortamının mahremiyetinin ortadan kalkması. Evde, sofrada, yatakta, banyoda, aile üyeleriyle, çocuklarla yapılan tüm özel anlar kameralara taşınıyor. Annelik, babalık, kardeşlik, hatta büyükanne-büyükbaba ilişkileri bile “içerik” haline getiriliyor. Çocukların rızası bile sorulmadan, mahremiyetleri hiçe sayılarak paylaşılan binlerce video ve fotoğraf… Bugün bir çocuk, henüz ergen bile olmadan yüzlerce, binlerce kez sosyal medyada paylaşılmış oluyor. Bu, çocuğun ilerideki psikolojisinde nasıl bir yara açacak, kimse düşünmüyor.
Cinselliğin Teşhiri ve Toplumsal Ahlakın Erozyonu
Cinsel içerikli pozlar, argo konuşmalar, uygunsuz hareketler… Gençler ve yetişkinler arasında sosyal medyada cinselliğin ve mahrem vücut bölgelerinin teşhiri normalleşti. Hatta bazen yaşlı insanların, köyde, düğünde veya tarlada, mizah adı altında sergilediği absürt davranışlar bile hızla yayılıyor, “trend” oluyor. İnsanlar beğeni uğruna onurunu, mahremiyetini, kendine olan saygısını yerle bir ediyor.
Sosyal medya fenomenlerinin “challenge”ları, “trendleri” ve “akımları” üzerinden toplumun en hassas değerleri, en derin ahlaki sınırları birer birer aşınıyor. Artık “ayıp” yok, “mahrem” yok, “ölçü” yok; sadece “görüntü var”, “beğeni var”, “popülerlik var”.
Kimlik Bunalımı, Onaylanma Açlığı ve Yalnızlık
Neden peki? İnsan, neden evinin mahremiyetini, bedenini, ilişkilerini milyonlara sergilemek ister? Burada temel psikolojik dinamiklerden biri, onaylanma ve kabul görme arzusudur. Dijital çağın insanı yalnız; gerçek anlamda kendini değerli ve var hissedemiyor. Onaylanmak, beğenilmek ve “görülmek” istiyor. Beğeni sayısı, takipçi sayısı bir tür “kendilik değeri” haline gelmiş durumda.
Bir yandan sosyal medya platformlarının algoritmaları bireyi sürekli içerik üretmeye, daha çok paylaşmaya, daha fazla dikkat çekmeye zorluyor. Diğer yandan, gerçek ilişkilerdeki yüzeysellik ve güvensizlik, insanı dijital bir vitrine itiyor. Freud’un narsisizm tanımı, bugün neredeyse tüm dijital çağ insanını tarif ediyor: Kendi görüntüsüne hayran, sürekli kendiyle meşgul ve içsel olarak derin bir boşlukta.
Ama ne kadar teşhir, o kadar yalnızlık… Görülmek için yapılan bu paylaşımlar, insanı daha fazla yalnızlaştırıyor, iç dünyasında yeni boşluklar ve huzursuzluklar yaratıyor.
Toplumsal Dönüşüm ve Çürüme
Sosyolojik olarak bakıldığında, sosyal medyanın mahremiyet ve ahlak üzerindeki etkisi tam bir toplumsal çözülmeye işaret ediyor. Eskiden aile, mahalle, topluluk gibi geleneksel kurumlar, bireyin davranışlarını şekillendirir ve sınır koyardı. Bugün ise, dijital kültür tüm sınırları aşıyor, “her şey paylaşılır, her şey teşhir edilir” anlayışı yaygınlaşıyor.
Aile içi ilişkiler zedeleniyor, çocuklar ebeveynlerinin teşhirci tutumundan olumsuz etkileniyor. Toplumsal güven azalıyor, cinsel taciz, istismar gibi riskler artıyor. Mahremiyetin olmadığı yerde ne güven ne de gerçek ilişki kalıyor.
Ahlaki Değerlerin Çöküşü: Her Şey Mubah mı?
En sarsıcı olanı ise, mahremiyetin yokluğunun ahlaki değerleri de hızla çökertmesi. Ayıp, günah, utanma, mahremiyet… Bunların yerine “trend”, “challenge”, “viral” gibi kavramlar yerleşti. İnsanlar sırf “biraz daha ilgi”, “biraz daha popülerlik” için her şeyi göze alıyor.
Küçük bir köyde yaşlılar bile telefon kamerası karşısında olmadık şaklabanlıklar yapıyor. Koca koca insanlar çocukça ve utanç verici videolar paylaşıyor. Herkes, “ben de varım, ben de popülerim” diye insanlık onurunu hiçe sayıyor.
Sonuç: Çıkış Nerede?
Bütün bu tabloyu göz önüne alınca, şu soruyu sormak zorundayız: Mahremiyetin sonu, insanlığın da sonu mu?
Dijital çağın sunduğu imkanlar elbette inkar edilemez. Ancak, mahremiyetin, aile içi özel alanların ve kişisel sınırların böylesine yok edilmesi bir medeniyetin en tehlikeli yıkımıdır.
Çocuklarımıza, gençlerimize, kendimize “dijital mahremiyet” bilinci kazandırmak, ahlakı ve sınırları yeniden konuşmak zorundayız. Sosyal medya çağında insan olmak, sadece görünmek değil, değerli ve onurlu kalabilmektir.
Ve unutmayalım: Selfie çılgınlığı ya da sosyal medya teşhirciliği, bir kültürün çöküşü değilse nedir?
Sınırları kaldırırsak, insanın da bir sınırı kalmaz. Ama insanı insan yapan, tam da o sınırların farkında olabilmektir.
Saygılarımla
Taşkın Koçak