ABD, dünya ekonomisinin merkezinde yer almasına rağmen, 2024 itibarıyla 34,8 trilyon doları aşan federal borcuyla giderek daha karmaşık bir mali sarmalın içine sürükleniyor. Bu borç yükünün 2030’lu yıllarda çok daha yüksek seviyelere çıkması beklenirken, hem ABD hem de küresel ekonomiyi tehdit edecek olası riskler günbegün artıyor. Borcun büyümesinin ardında yatan temel nedenler, bütçe gelirlerini aşan harcamalar, yükselen faiz giderleri ve stratejik harcama kalemlerinde herhangi bir ciddi kısıntıya gidilememesi olarak öne çıkıyor.
Sürekli Bütçe Açıkları ve Borcun Ana Kaynağı
ABD’nin her yıl açıkladığı bütçe rakamları, gelirlerin harcamaları karşılamaya yetmediğini gösteriyor. 2024 mali yılında federal hükümetin tahmini gelirleri 4,9 trilyon dolar düzeyindeyken, harcamaları 6,75 trilyon doları buluyor. Böylece tek bir yılda oluşan 1,85 trilyon dolarlık dev açık, toplam borcu daha da yukarıya taşıyor.
Savunma, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri gibi kalemler bütçenin önemli bölümünü kapsarken, yalnızca faiz ödemelerinin 2023’te 800 milyar dolar civarına ulaştığı biliniyor. Bu meblağın 2030’a kadar 1 trilyon doları aşması bekleniyor ve borcun kendi kendini büyüten bir döngü yaratmasına zemin hazırlıyor.
Borç-GSYH Oranı ve Tehlike Sinyalleri
Bir ülkenin borç düzeyinin ekonomik gücüyle kıyaslanmasında borç-GSYH oranı kritik bir gösterge olarak kabul edilir. ABD’de bu oranın 2024’te %199 seviyesinde olduğu, 2034’e kadar %222’ye yükselebileceği tahmin ediliyor. Böylesi yüksek bir oran, sürdürülebilirlik sınırlarını fazlasıyla zorluyor ve gelecekte acil mali tedbirlerin kaçınılmaz hale gelmesine neden oluyor.
Borç-GSYH oranının kritik seviyelere ulaşması, şu sorunların habercisi olabilir:
- Borçların çevrilmesi için daha yüksek faiz oranları,
- Kamu harcamalarında zorunlu kesintiler,
- Uluslararası yatırımcıların ABD tahvillerine olan güveninde azalma.
ABD Tahvilleri ve Küresel Etkileri
ABD hükümeti, bütçe açıklarını kapatmak için düzenli olarak Hazine tahvili ihraç ediyor. Dünya çapında “güvenli liman” olarak görülen bu tahviller, Çin, Japonya, Birleşik Krallık gibi ülkeler ve büyük finans kuruluşları tarafından yoğun ilgi görüyor. Çin’in 1 trilyon doların üzerinde ABD tahvili stokuna sahip olması, Washington ile Pekin arasındaki ekonomik ilişkilerde tahvillerin önemli bir koz haline geldiğini de gösteriyor.
Bununla beraber, yüksek borç miktarı nedeniyle ABD’nin tahvil faizlerini artırması hem kendi borçlanma maliyetini yükseltiyor hem de küresel finans piyasalarında dalgalanmalara yol açıyor. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, yükselen faiz oranlarının tetiklediği sermaye çıkışları nedeniyle ekonomik kırılganlık yaşayabiliyor.
FED’in Faiz Politikası ve Sonuçları
ABD Merkez Bankası (FED), enflasyonla mücadele ve ekonomik istikrarı sağlama amacıyla faiz oranlarını 2024 ve 2025 döneminde %5,5 seviyesinde tutma yoluna gitti. Faiz artırımları, enflasyon baskısını azaltırken devletin borçlanma maliyetlerini yükseltiyor. Dolayısıyla faizler arttıkça Hazine’nin ödemekle yükümlü olduğu faiz giderleri daha da kabarıyor.
Öte yandan, FED’in yüksek faiz politikası, ekonomik büyüme için de bir tür fren etkisi yaratıyor. Yatırımcılar yüksek borçlanma maliyetleri nedeniyle yatırımlarında daha temkinli davranırken, finans kurumları da risklerini azaltmaya çalışıyor. Bazı bankalar, faizlerin tırmanışı karşısında portföylerini yeniden yapılandırmak zorunda kalıyor ve bu durum bankacılık sektörünün istikrarını tehdit edebiliyor.
Borcun Ödenebilirliğine Realist Bir Bakış
Kamuoyunda sıkça tartışılan “ABD borcunu ödeyebilir mi?” sorusunun yanıtı, mevcut şartlarda hayli olumsuz görünüyor. ABD’nin bütçe açıklarını kapatamaması, vergi artışı ya da harcama kesintisi gibi adımların politik olarak zor ve halk nezdinde tepki çekici olması, borcun güncel düzeyde devam etmesine yol açıyor.
Gelir-harcama dengesizliğinin yanı sıra sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri gibi kalemlerdeki uzun vadeli yükümlülükler, sorunun çözümünü güçleştiriyor. Bu nedenle ABD, borcunu tamamen kapatmak yerine, düzenli tahvil ihracı ve küresel talep sayesinde mevcut borcunu “çevirmeye” odaklanıyor.
Trump Döneminden ve Yüksek Gümrük Tarifeleri
Donald Trump, özellikle yüksek gümrük tarifeleri ile ABD’nin bütçe açığı ve borç sorununu hafifletmeye yönelik önemli bir adım. Dış ticaret açığını düşürme ve yerel üretimi koruma amacı taşıyan bu politikaların sonuçları ise beklendiği kadar olumlu olur mu? Bunu hep birlikte göreceğiz. Fakat tarifelere karşı hem ABD’de hem de tüm dünyada büyük bir tepki var.
Söz konusu tarifeler, ABD’nin ithalata bağımlı sektörlerini zorlarken, enflasyonist etkileri de beraberinde getirecektir. Dışarıya ödenen miktarları düşürme gayreti, iç piyasada fiyatların yükselmesine ve tüketici harcamalarının baskılanmasına yol açacaktır.
Küresel Ekonomi İçin Kritik Bir Tehdit
ABD ekonomisi, doların rezerv para statüsü nedeniyle küresel piyasalarda belirleyici konumda bulunuyor. Bu nedenle, ABD’de yaşanacak büyük çaplı bir borç krizi tüm dünyaya dalga dalga yayılabilir. Gelişmekte olan ülkeler özellikle doların değer kazanması ya da tahvil faizlerindeki ani yükselişlerden olumsuz etkileniyor.
Ayrıca, uluslararası bankalar ve yatırım fonları ABD tahvillerine büyük miktarlarda yatırım yaptığından, borç güvenirliği zayıflarsa küresel finans piyasaları derin bir çalkantıya sürüklenebilir. Bu durumun önüne geçmek isteyen ABD, şimdilik tahvil faizlerini rekabetçi tutarak yatırımcı çekmeye devam ediyor. Fakat bu da uzun vadede faiz ödemelerini daha maliyetli hale getiriyor.
Gelecekte Neler Olabilir?
Borç sarmalının en kritik dönemeçlerinden birinin 2025-2026 yıllarında yaşanacağı öngörülüyor. Kongre ile yönetim arasındaki bütçe uzlaşmaları, FED’in faiz kararları ve küresel yatırımcıların ABD tahvillerine duyacağı güven, bu süreçte belirleyici olacak. Vergi reformu veya sosyal güvenlik harcamalarında kısıntı gibi önlemler alınmadıkça, borcun sürdürülebilirliğini sağlamak giderek zorlaşabilir.
Ekonomik büyümenin yavaşlaması halinde, kamu gelirleri de baskılanacağından, bütçe açığının daha da büyümesi riskine karşı kapsamlı reformlar gerekebilir. Fakat bu reformların siyasi maliyeti, ABD’deki kutuplaşma nedeniyle hayli yüksek.
Sonuç
ABD’nin derinleşen borç batağı, ülkenin ekonomik ve politik gerçeklerini giderek daha kırılgan hale getiriyor. Savunma, sosyal güvenlik ve sağlık gibi alanlardaki yüksek harcamalar ile borcun faiz ödemeleri, dev bütçe açıklarını körüklüyor. Her ne kadar ABD doları rezerv para konumunda olduğu için hükümetin tahvil ihraç ederek borcu çevirmesi mümkün olsa da, bu yaklaşım uzun vadede tehlikeli bir sürece doğru gidiyor.
Kısa vadede, FED’in faiz politikasından kaynaklanan baskılar ve siyasi dinamikler nedeniyle ani bir çözüme ulaşılması zor görünüyor. Buna rağmen, küresel yatırımcıların ABD tahvillerine ilgisinin sürmesi, henüz büyük bir kriz patlak vermesini engelliyor. Eğer politik irade ve toplumsal uzlaşma sağlanarak kapsamlı reformlar hayata geçirilmezse, ABD’nin borç yükü önümüzdeki yıllarda daha da ağırlaşabilir ve tüm dünyayı etkisi altına alacak finansal sarsıntıların habercisi olabilir. Bu yüzden, ABD’nin finansal geleceğini şekillendiren kararlar, küresel ekonominin de kaderini yakından ilgilendiriyor.
Saygılarımla
Taşkın Koçak