Bir zamanlar savaşlar toprak için yapılırdı. Ordular yürür, sınırlar değişirdi. Bugün artık tanklara, tüfeklere gerek yok; çünkü savaş alanı insanın kendi içindedir. Topraklar değil, zihinler işgal edilmiştir. Artık bir milletin bağımsızlığı, sınırlarının kalınlığıyla değil, düşüncelerinin kim tarafından biçimlendirildiğiyle ölçülüyor. Yeni çağın en derin ve görünmez sömürge düzeni başladı: dijital kolonyalizm.
Görünürde özgürüz. Elimizde telefonlar, ekranlarımızda dünyalar var. Her şeye erişiyoruz, her şey elimizin altında. Fakat bu erişim bir özgürlük değil, yeni bir esarettir. Çünkü dijital çağın asıl amacı seni bilgilendirmek değil, seni yönlendirmektir. Algoritmalar artık sadece reklam değil, duygu, tercih ve inançlarımızı da kodluyor. Hangi fikre güleceğimizi, hangisine öfkeleneceğimizi, neye inanacağımızı, neyi unutacağımızı onlar belirliyor. İnsan kendi duygusunun üreticisi olmaktan çıkıp, bir yazılımın ürünü hâline geldi. Artık kimse düşünmüyor; herkes düşündüğünü zannediyor.
Zihinlerin kolonyalizmi, tarihin gördüğü en zarif sömürü biçimidir. Çünkü insan buna gönüllü olarak katılır. Telefon ekranına her baktığında, bir parça iradeni teslim edersin. Her “kabul ediyorum” tuşuna bastığında, bir parça benliğini devredersin. Bu çağda kimse seni zorlamaz; sen kendi isteğinle köle olursun. Dijital çağın zincirleri gürültü çıkarmaz, bildirim sesiyle gelir.
Eskiden sömürgeciler altın arardı; şimdi aradıkları şey “veridir”. Çünkü veri, modern çağın altınından daha değerlidir. Senin yürüyüş hızın, uyku saatin, duygusal reflekslerin, alışveriş alışkanlıkların artık birer ticari malzeme. “Ücretsiz” kullandığını sandığın her uygulama, aslında senin zihnini ürün olarak satıyor. Sosyal medya bir ağ değil, bir laboratuvardır. Denek sensin. Her hareketin, her kelimen, her duraklaman analiz edilip sisteme ekleniyor. Milyarlarca insanın davranış kalıpları bir araya getiriliyor ve bu büyük veri, insanlığın yeni zincirine dönüşüyor. Artık sadece ulus devletler değil, veri imparatorlukları var. Onlar dünyanın kaynaklarını değil, bilincini kontrol ediyor.
Bu sistemin en acımasız yanı, seni fark ettirmeden sıradanlaştırmasıdır. Çünkü farklı düşünen insan, sistemin dengesini bozar. O yüzden seni algoritmalarla “benzer” hâle getirir. Senin yerine “önerir”, “tavsiye eder”, “beğenir”. Bir bakarsın, sen artık kendi fikrine değil, sistemin sana uygun gördüğü fikre inanıyorsun. Dijital sömürge çağında en büyük manipülasyon, özgürlük illüzyonudur. İnsan, kendini ifade ettiğini sanırken, aslında önceden tasarlanmış düşünce yollarında yürüyor. Seçim yapıyor gibi görünen birey, aslında seçileni onaylayan bir kullanıcıya indirgeniyor.
Bugünün insanı bilgiye doymuş ama anlamdan yoksun. Her şeyi biliyor, hiçbir şeyi kavrayamıyor. Çünkü bilgi artık derinlik üretmiyor, sadece hız üretiyor. Hız, düşünmeyi öldürüyor. Her yeni bilgi bir öncekini değersizleştiriyor, çünkü sistem seni sürekli güncel tutmak istiyor. Düşünme fırsatı bulamadan bir sonraki uyarıcıya geçiyorsun. Bu yüzden dijital çağın en yoksul insanı, anlam üretemeyen insandır. Bilgi bolluğunda anlam açlığı çeken bu yeni insan, içi dolu bir boşlukta yaşıyor. Artık kimse sormuyor: “Bu bilgi bana ne kazandırıyor, beni nereye götürüyor?” Çünkü sorgulama yeteneği, dikkat ekonomisinin ilk kurbanıdır.
İnsanlık tarihinin en büyük dönüşümü yaşanıyor: hakikatin mülkiyeti el değiştiriyor. Artık bilgiye kim sahip oluyorsa, hakikati de o tanımlıyor. Google sonuçlarında ilk sırada çıkan bilgi, “doğru” kabul ediliyor. Yapay zekâ tarafından yazılmış bir metin, insandan daha ikna edici bulunuyor. Fakat unuttuğumuz şey şu: Hakikat algoritmayla değil, vicdanla ölçülür. Vicdanı olmayan bilgi, insanı aydınlatmaz; yönlendirir. Bugün bilimin, teknolojinin ve medyanın birleştiği yerde ortaya çıkan şey, gerçeğin manipülasyonudur. Dijital çağda en büyük cesaret, kendi aklını koruyabilmektir.
Bu çağda en stratejik bağımsızlık “veri bağımsızlığı”dır. Enerjisini dışarıdan alan ülke bağımlıdır, evet; ama verisini dışarıya kaptıran ülke, geleceğini kaybetmiştir. Türkiye’nin yapması gereken, sadece teknoloji üretmek değil, kendi dijital ahlak sistemini kurmaktır. Çünkü teknoloji artık yalnızca mühendisliğin değil, medeniyet bilincinin konusudur. Kod yazmak, modern çağın Kur’an harflerini dizmektir; manayı doğru kurmak gerekir. Türkiye bu çağda yalnız donanım değil, “anlam üreten yazılım” geliştirmelidir. Bizim farkımız işlem gücünde değil, anlam gücünde olmalı. Bu topraklar, El-Harezmi’nin zekâsını, Yunus Emre’nin kalbini, İbn Sina’nın hikmetini birlikte taşır. Eğer biz bu üç gücü — akıl, kalp, hikmet — yeniden birleştirirsek, insanlığa sadece teknoloji değil, vicdanlı bir bilim sunarız.
Zihinlerin kolonyalizmine karşı direniş, toprak savunmasından zordur. Çünkü bu savaş görünmezdir. Karşında bir düşman değil, bir algoritma vardır. Silahın kalem, kalkanın bilinçtir. En büyük cesaret, kendi fikrini üretmektir. Kendi düşüncesini savunmayan millet, başkasının düşüncesinin sömürgesidir. Artık savaş meydanları yok; yeni cephe ekranlarımızdır. Ve orada kaybedilen her dikkat, bir bağımsızlık alanının düşmesidir.
Zihinlerin kolonyalizmi, insanı insan olmaktan çıkarma sürecidir. Çünkü insanı farklı kılan şey aklı değil, iradesidir. O irade zayıfladığında, insan sadece düşünen bir organizmaya dönüşür. Ama hâlâ umut var. Çünkü her çağda, düşüncenin değerini bilen bir azınlık, sessiz ama derin bir direniş başlatır. Bugün de o direniş yeniden başlamalı. İnsan, kendi zihnini yeniden fethetmelidir. Bu, modern çağın en kutsal mücadelesidir. Çünkü zihin özgür değilse, hiçbir bağımsızlık gerçekte var olamaz.
Bizim mücadelemiz artık makinelerle değil, makinelerin bizde bıraktığı izlerle ilgilidir. İnsanı kurtaracak olan, yapay zekâ değil, hakiki idraktir. Ve bu idrakin adresi ne Silikon Vadisi’dir ne de veri merkezleri. Bu idrak, insanın içindedir. Zihinlerimizi kurtardığımız gün, insanlık yeniden dirilecektir. Çünkü asıl fetih, kendi içine yapılan yolculuktur.
Saygılarımla
Taşkın Koçak