Yapay zekâ çağında üniversite-Bina mı, Beyin mi?

Bakın hocam, artık şunu dürüstçe kabul etmemiz gerekiyor:
2025 Türkiye’sinde üniversite konuşacağız ve yapay zekâyı kapının dışında bırakacağız… Böyle bir dünya yok.

Yapay zekâ şu an kampüsün her yerinde:

  • Öğrencinin cebindeki telefonda,
  • Kütüphanede tez tararken,
  • Makale yazarken,
  • Hocaların slayt hazırlarken kullandığı araçlarda,
  • Rektörlük katında veri analiz ederken…

Eskiden üniversitenin üç temel görevi derdik:

  1. Bilgi üretmek
  2. Bilgiyi aktarmak
  3. Topluma hizmet etmek

Bugün yapay zekâ bu üçüne de dokunuyor.
Doktora öğrencisinin aylarca uğraştığı literatürü, iyi kullandığı bir model birkaç günde toparlayabiliyor.
Öğrenci gece 02.00’de takıldığı dersi, bir yapay zekâ asistanına sorup özetlettirebiliyor.
Üniversite, elindeki veriyi işleyip mezun takibini, danışmanlığı, bütçe planlamasını çok daha akıllıca yapabiliyor.

O yüzden ben şöyle bakıyorum:

Yapay zekâ, üniversitenin rakibi değil; üniversitenin kendine bakacağı muazzam bir ayna.

Asıl soru şu:
“Yapay zekâ çağında üniversite, insan aklının neresinde duracak?”

Benim cevabım net:

Üniversite eleştirel aklın, etik pusulanın ve disiplinler arası rehberliğin merkezi olmazsa, sadece diploma veren bir bina olarak kalır.

Yapay zekâ okuryazarlığı: Yeni temel beceri

Düşünün hocam, ilkokulda okuma–yazma öğrenmek nasıl temel bir eşikse, bugün üniversite için de “yapay zekâ okuryazarlığı” böyle bir eşik hâline geldi.

Bu okuryazarlığın üç ayağı var:

Bir: Ne olduğunu bilmek.
Yapay zekâ ne yapar, ne yapamaz?
Hangi verilerle beslenir, nerede hata yapar?
Bunları bilmeyen öğrenci, ekrandaki her metni “kesin doğrudur” diye kabul eder.
Bu da hem bilimsel hem etik açıdan büyük risk.

İki: Eleştirel bakmak.
“Model böyle dedi” deyip teslim olmak değil,
“Niye böyle dedi, hangi varsayımla dedi?” diye sorabilmek.
Metnin içinde mantık hatası var mı, kaynaklar sağlam mı, başka bir model aynı soruya ne diyor…
Bunların hepsi yeni kuşak eleştirel düşünme becerisi.

Üç: Etik çerçeve.
Kişisel veriler, mahrem bilgiler, telif hakları…
Akademik dürüstlük nereye kadar?
Ödevini tamamen modele yazdırıp sonra altına kendi adını yazan bir öğrenci, aslında en çok kendini kandırıyor. Çünkü diploma alıyor ama kas gelişmiyor.

Bana göre bu yüzden her fakültenin, her bölümün ortak almak zorunda olduğu bir ders olmalı:

“Yapay Zekâ Okuryazarlığı”

Ama bu ders “Şu menüden model seçiyorsun, şöyle prompt yazıyorsun” dersi değil.
Bu ders; “Bu çağda insan olmanın, üretmenin, düşünmenin ağırlığı nedir?” sorusunu masaya yatıran bir zemin olmalı.
İlahiyatta da, hukukta da, tıpta da, mühendislikte de.

Sınavlar ve ödevler ile Neyi ve kimi ölçüyoruz?

Bugün öğrencinin bir modele:

“Bana şu konuda 3000 kelimelik bir makale yaz.”
demesi birkaç saniyelik iş.

Eğer biz hâlâ bu ödeve bakıp:
“Ne güzel yazmışsın.”
diyerek not veriyorsak;
orada aslında üniversitenin kendisi zor durumda demektir.

O yüzden soruyu değiştirmek zorundayız:
Biz neyi ölçüyoruz?
PDF teslim eden eli mi, o metni üreten zihni mi?

Bence yeni yaklaşım şöyle olmalı:

  • Öğrenciden sadece son metni değil, düşünme sürecini isteyeceğiz.
  • Hangi soruyu nasıl sordu, hangi cevabı niye eledi, hangi kaynağı nasıl kontrol etti, bunları görmek isteyeceğiz.
  • Projenin sonunda kısa bir sözlü savunma yapacağız:
    “Bu kısmı niye böyle yaptın?”,
    “Şuradaki kavramı bir de sen anlat.” diye soracağız.

Ve öğrenciden şunu talep edeceğiz:

“Bu projede yapay zekâdan nasıl yararlandığını, hangi aşamada neyi ona yaptırdığını ve hangi noktada kendin devreye girdiğini dürüstçe yaz.”

Bunu anlatamayan zaten konuyu içselleştirmemiştir.
Model konuşmuş, öğrenci susmuştur.

Yapay Zekayı Yasaklamak mı, rehberlik etirmek mi?

Bir de işin bizim tarafa, hocalara ve idari kadroya bakan kısmı var.
Bugün birçok hocanın kendi hayatında yapay zekâ kullandığını biliyoruz:

  • Slayt hazırlarken,
  • Sınav sorusu tasarlarken,
  • Proje fikri düşünürken…

Ama sınıfa gelince “Siz kullanmayın” dediğimizde, öğrencinin gözünde tutarlılık kalmıyor.

Eski model neydi?

  • Hoca 14 hafta boyunca slayt okur,
  • Öğrenci not alır,
  • Vize–finalle dosya kapanır.

Artık bu model tarih oluyor.
Çünkü bilgiye erişim zaten ceplerinde.
Hocanın değeri “bilgiyi ezberletmek” değil, “bilgiyi anlamlandırmak”.

Ben hocanın yeni rolünü şöyle görüyorum:

Hoca, algoritma operatörü değil; düşünme biçimi kazandıran rehber olmalı.

Ders yapısını da buna göre dönüştürmemiz gerekiyor:

  • Dersten önce: Öğrenci kısa bir video veya metinle konuya hazırlanır.
  • Derste: Tartışma, vaka, problem çözümü yapılır.
  • Dersten sonra: Yapay zekâ destekli tekrar ve pekiştirme devreye girer.

Yani yapay zekâ işi kolaylaştıran bir “ekip arkadaşı”;
hoca ise hâlâ rotayı çizen kaptan.

Strateji olmadan araç çöplüğü olur

Bazı üniversitelerde şu filmi sık görüyoruz:

  • Bir yönetici bir fuara gidiyor, orada parlak bir yapay zekâ yazılımı görüyor.
  • Dönüp “Biz de bundan alalım.” diyor.
  • Birkaç ay heyecan, sonra şifreler unutuluyor, kimse sahiplenmiyor.

Sonuç: Kampüs içinde araç mezarlığı.

Oysa mesele şu olmalı:

“Hangi aracı alalım?”dan önce,
“Biz neyi dönüştürmek istiyoruz?” sorusunu cevaplamak.

Üniversitenin net bir yapay zekâ yol haritasına ihtiyacı var:

  • Eğitim–öğretimde neyi değiştireceğiz?
  • Araştırmada nerede kullanacağız, nerede sınır çizeceğiz?
  • İdari işlerde hangi süreçleri otomatikleştireceğiz?
  • Bunun hukuki ve etik çerçevesi ne olacak?
  • Kim bu işin sahibi, kim takip edecek?

Bence her üniversitenin, rektörlüğe bağlı, disiplinler arası çalışan bir “Yapay Zekâ ve Dijital Dönüşüm Kurulu” olmalı.
Sadece proje listesi yapan bir komisyon değil; yetkisi olan, sorumluluğu olan, hesap veren bir yapı.

Türkiye için fırsat: Geri değiliz, karar aşamasındayız

Türkiye açısından baktığımda şunu görüyorum:

Evet, ABD’nin, Çin’in bütçesi bizden çok daha büyük.
Ama bu, bizim oyuna giremeyeceğimiz anlamına gelmiyor.
Özellikle yapay zekâ alanında, doğru hamlelerle mesafeyi kısaltma şansımız var.

Niye?

  • Genç nüfusumuz teknolojiyi seviyor, çabuk adapte oluyor.
  • Üniversiteler, bulundukları şehirlerin ekonomisine, kültürüne, ekosistemine yön verebilecek güçte.
  • Devlet, ulusal yapay zekâ stratejisiyle bu alana zaten resmî bir çerçeve çizmiş durumda.

Burada üniversiteler şunu yapmalı:

  • Ortak altyapılar kurmak,
  • Gereksiz yere her şeyi sıfırdan yapmak yerine, ülke çapında paylaşılan platformlara katkı sunmak,
  • Her üniversitenin kendine bir odak alan seçmesi:
    • Kimi sağlıkta,
    • Kimi tarım ve iklimde,
    • Kimi hukuk ve etik boyutunda,
    • Kimi savunma ve güvenlikte yapay zekâ projeleriyle öne çıkabilir.

Bu sadece teknoloji yatırımı değil hocam;

Bu, ülkenin zihinsel kapasitesine yatırım.

Son söz: Yapay zekâ üniversiteyi öldürmez, kalitesini ortaya çıkarır

Toparlayayım:

Yapay zekâ üniversitenin yerini almayacak.
Ama üniversitenin içini dolduramazsak, bunu herkese gösterecek.

Eğer üniversite sadece:

  • Ezber sınavı yapan,
  • Şablon ödev veren,
  • Formalite projeler yürüten bir yapıysa,

yapay zekâ bunların hepsini çok kısa sürede taklit eder.
Diploma aynı görünür, içi boşalır.

Ama üniversite:

  • Soru soran,
  • İtiraz eden,
  • Düşünen,
  • Sorumluluk alan,
  • Değer üreten bireyler yetiştiriyorsa;

onu hiçbir model taklit edemez.

O yüzden asıl soru şu,

“Yapay zekâ üniversitenin yerini alır mı?” değil,
“Yapay zekâ çağında üniversite, insanın zekâsını, vicdanını ve hayal gücünü nasıl büyütecek?”

Bu soruya cesur, samimi ve somut cevap verebilen üniversiteler,
gelecekte sadece ayakta kalmayacak;
yol gösterecek.

Taşkın Koçak

Facebook
Twitter
Telegram
WhatsApp
Email

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir