Türkiye, 1970’li yıllarda mikroçip üretimi konusunda tarihî bir fırsatı adeta elinin tersiyle itmiştir. Bu sürecin merkezinde Türkiye’nin o dönemki siyasi belirsizlikleri, bürokratik hantallığı ve teknoloji yatırımlarına dair köklü bir vizyon eksikliği yer almaktadır. Ancak bu hikâyenin başında, sanayileşme adına atılan cesur bir adım ve bu adımın arkasında duran vizyoner bir lider vardı: Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca.
Erbakan ile Birlikte Bir Teknoloji Rüyası Doğduysa…
1970’li yıllarda Türkiye, elektronik sanayisini geliştirmek, dışa bağımlılığı azaltmak ve yarı iletken teknolojilerde söz sahibi olmak adına önemli bir hamle yapmıştır. Bu hamlenin mimarı Erbakan Hoca’dır. O, yalnızca bir siyasi lider değil, aynı zamanda mühendislik kökenli, üretimi ve teknolojiyi merkeze alan bir milli kalkınma savunucusuydu. Onun öncülüğünde, 1975 yılında Türkiye Elektronik Sanayi Ticaret A.Ş. (TESTAŞ) kurularak, Türkiye’de mikroçip üretimi hedeflenmiştir.
TESTAŞ projesi, Türkiye’nin teknolojiye dayalı sanayileşme vizyonunun ilk örneklerinden biri olmuştur. İslam Kalkınma Bankası’nın desteğiyle, Aydın’da çip paketleme ve test tesisi kuruldu. Ankara’daki merkezde ise ileri düzey Ar-Ge çalışmaları planlandı. Bu adım, yalnızca üretim değil; bilgi transferi, insan kaynağı gelişimi ve Türkiye’nin uluslararası teknoloji arenasına adım atması anlamına geliyordu.
TESTAŞ: Kuruldu Ama Yaşatılamadı
Ne yazık ki bu ileri görüşlü hamle, yeterli devlet desteği göremedi. 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte başlayan siyasi türbülans, bu projeyi sekteye uğrattı. Türkiye’deki yönetimler, uzun vadeli teknoloji planlamaları yerine kısa vadeli çıkar dengelerine odaklandı. Aydın’daki fabrika üretime geçemeden kapandı. Ankara’daki tesis ise ODTÜ’ye devredilerek araştırma alanına dönüştürüldü. Oysa ki bu tesisler, zamanında desteklenseydi, Türkiye 1980’lerden itibaren çip üretiminde bölgesel bir merkez hâline gelebilirdi.
Almanya Türk Kadınlarının Becerisini Fark Etti, Türkiye Siemens ve Philips’i Elinin Tersiyle İtti
Siemens, Philips ve Kaçan Büyük Fırsat
1970’li yıllarda Almanya’daki teknoloji fabrikalarında çip üretimi hız kazanırken, bu alanda çalışan binlerce Türk kadın büyük bir başarı hikâyesi yazıyordu. Anadolu’dan gelen bu kadınlar; oya, dantel, nakış gibi geleneksel el işçiliğiyle yetişmiş; sabır, dikkat ve el becerisi gerektiren işlerde son derece başarılıydılar. Özellikle mikroçip montajı gibi yüksek hassasiyet isteyen üretim süreçlerinde, Alman firmaları Türk kadınlarını tercih etmeye başlamıştı. Çünkü bu kadınların elleri, çipin mikron düzeyindeki inceliklerine ustalıkla uyum sağlıyordu.
Bu başarı öyküsü, yalnızca Almanya’da takdir edilmekle kalmadı. Siemens ve Philips gibi Avrupa’nın teknoloji devleri, bu iş gücünü yerinde gözlemledikten sonra, Türkiye’de yatırım yapma fikrini ciddi biçimde gündemlerine aldılar. Düşünceleri şuydu: “Eğer bu kadar hassas bir üretimi Türk kadınları başarıyla yapıyorsa, neden bu üretimi Türkiye’ye taşıyıp yerinde yapmayalım?” Türkiye’nin genç ve çalışkan nüfusu, uygun iş gücü maliyetleri ve Avrupa ile olan coğrafi yakınlığı bu fikri daha da cazip hâle getiriyordu.
Siemens ve Philips, Türkiye’ye mikroçip üretim tesisi kurmak, ortak üretim hattı oluşturmak ve Türkiye’yi bölgesel bir çip üssü yapmak için resmi girişimlerde bulundular. Bu, Türkiye’nin teknoloji tarihinde dönüm noktası olabilecek büyüklükte bir teklifti. Ancak ne yazık ki bu vizyoner fırsat, Türkiye’nin bürokratik yapısı ve dönemin siyasi çekişmeleri arasında kayboldu.
Yatırımcı dostu politikalar yerine, kuşku ve kontrol odaklı reflekslerle hareket edildi. Türkiye, yalnızca Siemens ve Philips’in bilgi birikimini ve küresel çip tedarik zincirine entegrasyon fırsatını değil, aynı zamanda kendi kadın emeğini sanayileşme sürecine dâhil etme imkânını da kaçırdı. Eğer bu teklif değerlendirilebilseydi, Türkiye bugün yalnızca çip ithal eden değil; ihraç eden, teknoloji üreten ve kadın emeğini stratejik sahada değerlendiren bir ülke olabilirdi.
Malezya Başardı: Intel ile Kurulan Stratejik Ortaklık
Türkiye’nin kaçırdığı fırsatları değerlendiren ülkelerden biri Malezya oldu. Benzer ekonomik koşullarda bulunan Malezya, Intel gibi dünya devleriyle stratejik iş birlikleri yaparak çip üretiminde hızla yükseldi. Malezya hükümeti, yabancı yatırımcıya güven verdi; altyapı hazırladı ve teknolojik dönüşüme inanarak hareket etti. Bugün Malezya, yarı iletken sektöründe küresel bir aktör konumundadır. Bu başarı, vizyonun ve sürekliliğin sonucudur. Türkiye ise aynı dönemde yatırımcıyı reddeden, projeyi yalnız bırakan bir ülke oldu.
Yerli Mikroişlemci “ÇAKIL”: Geç Kalmış Bir Uyanış
Günümüzde, savunma sanayiinde dışa bağımlılığı azaltmak için bazı yerli adımlar atılmış durumda. Bunlardan biri, ASELSAN tarafından geliştirilen yerli mikroişlemci prototipi ÇAKIL’dır. 32-bit RISC mimarili, düşük güç tüketimli ve kriptografik destekli bu işlemci, savunma sistemlerinde kullanılması planlanan stratejik bir projedir. Ancak hâlâ prototip aşamasında kalmıştır ve seri üretim kapasitesine ulaşamamıştır.
ÇAKIL projesi, Erbakan’ın 1975’te attığı adımın ne kadar yerinde olduğunu ve bu vizyonun yıllar sonra bile ne kadar ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Ancak yine aynı sorunlarla karşı karşıyayız: sınırlı destek, vizyon eksikliği ve üretime geçememe.
Neden Geri Kaldık?
Türkiye’nin bu alanda geri kalmasının temel nedenleri şunlardır:
- Devlet Desteğinin Eksikliği: Vizyoner projeler, siyasi sahiplenmeden yoksun kaldı.
- Siyasi İstikrarsızlık: 1970’li ve 1980’li yıllardaki çalkantılar, uzun vadeli planları sekteye uğrattı.
- Bürokratik Engeller: Siemens ve Philips gibi devlerle iş birliği yapılamadı.
- Teknolojik Altyapı Eksikliği: Gerekli teknik bilgi ve insan kaynağı zamanında oluşturulamadı.
- Yatırım Vizyonunda Zafiyet: Erbakan gibi liderlerin vizyonu korunamadı, desteklenmedi.
Bugün Ne Yapmalıyız?
Türkiye hâlâ geç kalmış değil. Bu alanda yeniden bir seferberlik başlatılabilir:
- Devlet, yarı iletken sektörüne stratejik sektör statüsü vermelidir.
- Uluslararası teknoloji firmalarıyla ortaklıklar kurulmalı ve yatırım ortamı iyileştirilmelidir.
- Üniversitelerde yarı iletken mühendisliği bölümleri açılmalı; teknik insan kaynağı yetiştirilmelidir.
- Savunma sanayiinin tecrübesi, sivil sektöre de aktarılmalı, yerli silikon vadileri kurulmalıdır.
Sonuç Yerine: Bir İbret Vesikası
Eğer Türkiye, 1975’te Erbakan Hocan’ın attığı adımı sahiplenip sürdürseydi, bugün çip krizinde çözüm arayan değil; çözüm sunan bir ülke olabilirdi. TESTAŞ yalnızca bir fabrika değil; bir zihniyetti, bir kalkınma arzusuydu. Bugün yapılması gereken, bu zihniyeti yeniden diriltmektir. Çünkü mesele sadece teknoloji değil; bağımsızlık meselesidir.
Saygılarımla,
Taşkın Koçak