Türkiye’nin startup evrenine bir an tepeden bakalım. Yukarıdan bakınca insanın gözüne önce parlayan yıldızlar çarpıyor: oyun stüdyoları, fintek hamleleri, e-ticaret devleri… Son beş yılda sahada konuştuğum her gencin gözünde aynı parıltıyı gördüm; “hocam biz de yaparız” duygusu canlı. Bu duygunun kıymetini biliyorum. Çünkü bir ekosistem önce inançla başlar. Ama şunu da açıkça söyleyelim: Gökyüzünde birkaç yıldızın parlaması başka şey, o yıldızların bir araya gelip galaksi kurması başka. Türkiye unicorn çıkarıyor, hatta bir decacorn eşiğine dokundu; buna kimse itiraz etmez. Fakat minicorn–soonicorn–unicorn–decacorn–hectocorn merdiveninde üst katlara geçiş hâlâ çok seyrek. Bunu “gençler girişimci değil” diye kestirip atmak kolaycılık olur. Ben sahada tam tersini görüyorum: cesaret var, zeka var, iştah var. Sorun heves eksikliği değil; sorun ekosistemin fiziği.
Corn merdiveni dediğimiz şey girişim dünyasının büyüme haritası. Minicorn yüz milyon dolar bandına yaklaşan şirket; toprağın altındaki ilk damar. Soonicorn, unicorn’un kapısına dayanmış ama henüz içeri girememiş olan; yani eşikte bekleyen. Unicorn bir milyarı aşınca haritada görünür hâle geliyor; artık yerel başarı değil, küresel bir oyuncu. Decacorn on milyarı geçince oyun değişiyor: artık sadece oyuna katılan değil, oyunu şekillendiren tarafa geçiyorsun. Hectocorn ise yüz milyar dolar üstü; o seviyede şirket artık ürün satmaktan öte bir “çağ altyapısı”na dönüşüyor. Dünya bu üst basamakları daha çok ABD ve Çin ekseninde üretiyor. Türkiye ise iki devin yanında, sanki hızlı doğuran ama çocuğu ergenliğe kadar büyütmekte zorlanan bir ekosistem. Ben bunu yıllardır şu cümleyle anlatıyorum: “Doğurmak kolaylaştı; büyütmek hâlâ zor.”
Neden tırmanamıyoruz? Çünkü unicorn doğuran şey sadece iyi fikir değil; fikrin yürüdüğü yolun kalitesi. Yolun asfaltı, köprüsü, yakıt istasyonu… ABD’nin yolu kalın asfaltlı; yakıtı bol, köprüleri geniş. Çin’in yolu devlet eliyle planlanmış; yakıt stratejik sektörlere akıtılıyor, köprüleri de dev iç pazarın üstüne kurulu. Türkiye’nin yolu ise yer yer iyi, yer yer dar. Yakıt istasyonları sınırlı. Köprüler de çoğu zaman “dışarıya çıkışta” eksik. Bir girişimci günün sonunda ne kadar yetenekli olursa olsun, patika yoldan otoyola geçemeyince hızı düşüyor.
ABD’nin tablosu malum. Birinci avantaj: sermaye okyanusu. Orada risk sermayesi gölet değil deniz değil, gerçekten okyanus. Tohumda para var; asıl mesele büyümenin orta ve geç katlarında da var. Seri A, B, C, D turları yoğun, büyük ve süreklilik taşıyor. İyi fikir ölçeklenme döneminde susuz kalmıyor, büyüme kamp ateşi olmaktan çıkıp orman yangınına dönüyor. İkinci avantaj exit fabrikası. NASDAQ gibi borsalar, dev teknoloji şirketlerinin satın alma iştahı, yatırım kültürü… Exit orada tesadüf değil, planın bir parçası. Üçüncü avantaj tek ve homojen pazar. Aynı dil, benzer regülasyon, yüksek alım gücü. İç pazarda büyüyen girişim zaten global ölçeğin yarısını geçmiş oluyor. O yüzden unicornlar rahatça decacorn’a yürüyebiliyor; bazıları da hectocorn’a sıçrıyor. Yani mesele “bir iki yıldız parladı” değil, yıldızların üstüne kurulu dev bir galaksi altyapısı.
Çin ise aynı oyunu başka bir direksiyonla oynuyor. Birinci motor dev iç pazar. 1,4 milyarlık nüfus tek ülkede kıta büyüklüğü demek. Çinli girişim yerelde büyürken global ölçekte hacme ulaşıyor. İkinci motor devlet stratejisi. Çin “geleceğin madenleri burada” deyip yapay zekâ, batarya, lojistik, robotik gibi alanlara aynı anda sermaye, teşvik, altyapı ve regülasyon desteği veriyor. Kazmanın nereye vuracağını devlet baştan söylüyor. Üçüncü motor platform devleri. Alibaba, Tencent, ByteDance gibi devler girişimlere hem müşteri, hem yatırımcı, hem veri, hem dağıtım kanalı oluyor. Ekosistem kendi içinde büyüyen bir makineye dönüşüyor. Çin’in decacorn ve hectocorn üretmesi bu yüzden şaşırtmıyor; pazar dev, strateji net, büyütme düzeni kuvvetli.
Türkiye’ye gelince… Bizim başarılarımızı küçümsemek haksızlık olur. İstanbul’da erken aşama yatırım hareketli. Oyun ve fintek tarafında dünya standartlarında ekipler çıktı. Ben gittiğim üniversitelerde, teknoparklarda, fuarlarda şunu görüyorum: gençler fikirden korkmuyor, teknolojiye uzak değiller. Mesela geçenlerde bir teknoparkta iki gençle oturduk; biri sağlık görüntülemeye AI entegre eden bir çözüm geliştirmiş, diğeri sanayide enerji verimliliği için sensör–yazılım hattı kurmuş. Ürünleri güzel, ekipleri pırıl pırıl. Sohbetin bir yerinde çocuklardan biri şu cümleyi kurdu: “Hocam biz ürün yaptık, pilot müşteriyi de bulduk; ama büyütmek için Seri A sonrası kaynak bulamıyoruz.” Ben o cümleyi son iki yılda defalarca duydum. Doğumhane çalışıyor yani. Ama büyütme tarafında tıkanıyoruz.
Birinci tıkanıklık Seri A sonrası büyüme yakıtı. Tohum var, erken aşama var. Ama Seri A’dan sonra fon derinliği inceliyor. Seri B ve sonrası ise çoğu zaman dışarıya bağlı. Oysa decacorn yolu tam oradan geçiyor. Bu ray zayıf olunca tren hızlanamıyor. Bazı girişimler turlarını küçük tutup yavaş gidiyor; bazıları merkezini yurtdışına taşıyıp yakıtı oradan buluyor. Değerleme de doğal olarak merkezin kurulduğu ülkeye yazılıyor. Soonicornların bir kısmı burada kapıda kalıyor. Sahada gördüğüm en yaygın hikâye şu: “Hocam ürün oldu, müşteri de var; ama büyüme turunu burada bulamadık.”
İkinci tıkanıklık makro oynaklık. Kur, faiz, enflasyon dalgalanınca geç aşama yatırımcı ürküyor. Erken aşamada “hikâye”ye bakar, geç aşamada “öngörülebilirlik” ister. Öngörülebilirlik zayıfladığında büyüme turları gecikir, değerleme tavanı erken görünür. Bu psikoloji değil, matematik. Geç aşama yatırımcı “ürün güzel mi?” kadar “bu ülkede üç yıl sonra tablo nasıl?” sorusunu da sorar. O soruya net cevap veremediğimiz yerde merdiven kısalıyor.
Üçüncü tıkanıklık geç globalleşme. Bizde girişim önce iç pazarı fethedip sonra dışarı açılmayı deniyor. Unicorn için yetebilir; decacorn için yetmez. Çünkü decacorn değerlemesi “global gelir ölçeği” ile yazılır. İç pazara kilitlenince ürün, satış kanalı, dil, regülasyon uyumu yerel optimuma takılıyor. Sonra globalleşmeye kalkınca maliyet artıyor, tempo düşüyor. Ben yıllardır şunu söylüyorum: “Girişim daha doğarken dünya diliyle doğmalı.” Yoksa büyüdüğünde dil değiştirmesi zorlaşıyor. Hatta bir yatırım toplantısında bir fon yöneticisinin şu cümlesini hiç unutmam: “Ürün Türkiye’de ana müşteri buluyorsa güzel; ama ürün dünyada müşteri bulacak şekilde tasarlanmamışsa değerleme tavanı erken gelir.” Adamın söylediği sertti ama doğruydu.
Dördüncü tıkanıklık exit kanalları. Büyük değerleme sıçraması genelde exit ufku görününce gelir. Türkiye’de exitler artıyor ama mega exit hâlâ nadir. Mega exit olmayınca mega fon gelmiyor; mega fon olmayınca mega exit üreten ölçek zor yakalanıyor. Kısır döngü bu. Bizim ekosistemimizin en kritik kilidi burada. Çünkü exit kültürü büyüme kültürünü besler.
Beşinci tıkanıklık derin teknoloji oranının düşük olması. Bizim unicornlar oyun, fintek, e-ticaret gibi hızlı ölçeklenen alanlarda çıktı. Çok kıymetli. Ama hectocorn damarları genelde derin teknolojide bulunuyor: AI altyapıları, çip, uzay-savunma, enerji depolama, biyoteknoloji… Türkiye yeni yeni o sahalara kazma indiriyor. Kazı sahası genişliyor ama damar henüz kalın değil. “Kazımak” metaforunu boşuna sevmiyorum: Teknoloji dediğin şey toprağın altındadır; yüzeyde dolaşarak bulunmaz. Damar nerede, kazı oraya gidecek.
Altıncı tıkanıklık talep motoru. ABD ve Çin’de devlet ve dev şirketler girişimin ilk büyük müşterisi oluyor. İlk büyük sözleşme girişime hem nakit, hem referans, hem hız veriyor. Türkiye’de bu kültür gelişiyor ama ölçekli ve sistematik hâle gelmiş değil. Girişim büyümek ister, ama taşıyıcı bir talep bulamazsa yolun ortasında yorulur. Ben burada da hep aynı şeyi vurguluyorum: “Devlet ve büyük şirketler, iyi girişimin ilk müşterisi olmayı bir milli görev gibi görmeli.”
Sonuç net: Türkiye corn üretmiyor değil. Üretiyor. Minicorn ve Soonicorn tabanı genişliyor. Unicorn eşiğini geçtik. Ama üst cornlar için gereken büyütme kası hâlâ ince. ABD’nin kası sermaye okyanusu ve exit fabrikasıyla büyüyor. Çin’in kası dev iç pazar ve devlet stratejisiyle kalınlaşıyor. Bizde ise yük hâlâ girişimcinin omzunda. Omuz ne kadar sağlam olursa olsun, tek başına yüz kilometre koşamaz.
Ne yapmalı? Rota belli.
Birincisi büyüme fonları: Seri A+ ve Seri B+ turlarını rutinleştirecek fon derinliği lazım. Fon-of-fon yapıları, emeklilik ve sigorta havuzlarının girişim sermayesine akması, yabancı eş finansman hatlarının kurulması… Bunlar büyütme rayıdır. Ray döşenirse tren hızlanır.
İkincisi ilk günden global tasarım: ürün, satış, dağıtım, veri ve regülasyon dili doğarken dünya için kurulmalı.
Üçüncüsü exit kanalını büyütmek: teknoloji IPO’larını kolaylaştırmak, global borsalara köprü, büyük satın almaları teşvik eden düzenekler kurmak şart.
Dördüncüsü derin teknolojide stratejik kazı: AI altyapısı, savunma-uzay, yarı iletken, enerji depolama, biyoteknoloji… Kazıyı dağınık değil stratejik yapmak lazım. Benim gözümde hectocorn yolu buradan geçer; başka bir yerden geçmez.
Türkiye unicorn çıkarıyorsa toprağı verimli demektir. Şimdi mesele o toprağa kanallı sulama kurmak. Bu merdiven rakam oyunu değil; ülkenin sermaye derinliği, teknoloji vizyonu, kamu talebi ve global refleksinin toplamı. Doğurmakla yetinmeyip büyütmeyi sistemleştirdiğimiz gün minicornlar soonicorn olur, soonicornlar unicorn’a sıçrar, unicornlar decacorn’a yürür. Hectocorn ise o stratejik damar bulunduğunda, kaçınılmaz olarak gelir.
Ben bu yazıyı “olur mu olmaz mı” diye değil, “olacaksa yolu nereden geçer” diye yazıyorum. Çünkü mesele hayal kurmak değil; **kazıyı doğru yere indirmek.** Galaksi kuran yıldızların hikâyesi böyle yazılır.
Son Sözüm :
Benim derdim şu: Türkiye’nin çocukları fikir üretiyor, cesaret üretiyor, ürün üretiyor. Şimdi ülke olarak görevimiz o çocuklara “büyüyecek iklimi” vermek. Kazıyı gelişigüzel değil, stratejik yapacağız. Sermayeyi toprağın üstünde dolaştırmayacağız; damarın olduğu yere akıtacağız. O zaman bu ülke sadece unicorn çıkaran değil, decacorn çıkaran; hatta kendi çağının hectocornlarını kuran bir Türkiye olur.
Çünkü mesele şansa bırakılacak bir oyun değil; “bilinçle kazılacak bir gelecek.”
Saygılarımla
Taşkın Koçak
