Yapay zekâ çağında söz sahibi olmak isteyen her ülkenin önünde iki seçenek vardır: Ya başkalarının geliştirdiği teknolojileri kullanarak “tüketici” olarak kalacak ya da kendi diline, kültürüne ve ihtiyaçlarına uygun yerli çözümler geliştirerek “üretici” konumuna yükselecektir. Türkiye için bu denklemde yerli yapay zekâ üretimi sadece bir teknoloji tercihi değil; dijital egemenliğin, kültürel bağımsızlığın ve ekonomik geleceğin belirleyicisi olacak kadar stratejik bir meseledir.
Ancak, Türkçe’nin dijital dünyada yeterince temsil edilmediği, verinin kıt ve dağınık olduğu bir ortamda “yerli yapay zekâ” üretmek, yalnızca bir teknoloji meselesi değil; aynı zamanda ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve ahlaki zorluklarla da örülü bir yolculuktur. Bu yazıda, bu sürecin ne gibi zorlukları olduğunu detaylı biçimde ele alacağız.
Dil ve Veri Engeli
Yapay zekâ modellerinin başarısı, beslendikleri veri miktarıyla doğrudan ilişkilidir. İngilizce, bugün yapay zekâ alanında trilyonlarca kelime içeren devasa veri setleriyle temsil edilirken; Türkçe, genellikle 30–50 milyar kelimeyi geçemeyen sınırlı kaynaklarla temsil edilmektedir. Bu fark, modellerin Türkçeyi anlama ve üretme performansını ciddi şekilde etkiler.Üstelik Türkçe’nin eklemeli ve çekimli bir dil olması, yapay zekâ için ayrı bir zorluk yaratıyor. İngilizce’de tekil ve yalın hâlde olan birçok kelime, Türkçede onlarca farklı hâl alabiliyor. Bu da modelin öğrenmesi gereken dil çeşitliliğini artırıyor ve süreci güçleştiriyor.
Bu sorun yalnızca doğal dil işleme (NLP) alanını değil; konuşma tanıma, sesli asistanlar, makine çevirisi gibi birçok uygulama alanını da doğrudan etkiliyor. Türkçe veri üretmek için kamu kurumları, üniversiteler ve özel sektörün iş birliği yapması, kamuya ait verilerin paylaşılabilir hale getirilmesi ve verilerin etik sınırlar içinde açık kaynak platformlara aktarılması kritik önemdedir.
Kaynak ve Yatırım Yetersizliği
Yerli yapay zekâ üretimi, yüksek maliyetli bir süreçtir. Büyük dil modelleri (LLM) geliştirmek için güçlü sunucular, pahalı grafik işlemciler (GPU’lar), enerji altyapısı ve uzun süreli AR-GE yatırımı gerekir. Türkiye’de bu yatırımı yapabilecek özel sektör girişimleri çok azdır. Devlet destekleri ise hâlâ sınırlı düzeydedir. Birçok girişim, fon bulmakta zorlanmakta ya da projelerini yurt dışına taşımayı tercih etmektedir.
Ayrıca nitelikli insan kaynağı eksikliği de ciddi bir sorundur. Yapay zekâ mühendisliği, veri bilimi ve doğal dil işleme gibi alanlarda uzman yetiştirmek zaman ister. Yetişmiş insan kaynağı ise sıklıkla daha yüksek maaş ve imkânlar sunan yurt dışına yönelmektedir. Bu noktada, beyin göçünü tersine çevirecek stratejiler geliştirmek, yerli yapay zekâ üretiminin temel taşlarından biri olacaktır.
Yerli Ekosistem Eksikliği: Kütüphane ve Altyapı Sorunu
Yapay zekâ geliştirme sürecinde birçok açık kaynak kütüphane kullanılır. Ancak bu kütüphanelerin büyük çoğunluğu İngilizce’ye göre optimize edilmiştir. Türkçeye özgü morfolojik analiz araçları, ses veritabanları, sözdizim etiketleyicileri gibi altyapılar çok sınırlıdır. Bu durum, yerli girişimlerin sıfırdan geliştirme süreçlerinden geçemesine sebep olmaktadır.
Ekosistem eksikliği yalnızca yazılım araçlarıyla sınırlı değildir. Aynı zamanda test veri kümeleri, değerlendirme metrikleri ve karşılaştırma tabloları da eksiktir. Türkçe için geliştirilen modellerin kalitesini değerlendirecek standartların olmayışı, bu alanda bilimsel ilerlemeyi de yavaşlatmaktadır. Bu nedenle yerli yapay zekâ ekosisteminin gelişmesi, yalnızca bir model üretmek değil, bu modeli besleyen tüm dijital altyapıyı üretmek anlamına gelir.
Toplumsal Algı ve Psikolojik Direnç
Yapay zekâ teknolojisine karşı toplumda iki uç yaklaşım öne çıkmaktadır: Aşırı iyimserlik ve derin şüphecilik. Bir kesim yapay zekâyı mucizevi bir çözüm olarak görürken, diğer kesim insan emeğini yok edecek bir tehdit olarak algılıyor. Bu durum, yerli yapay zekâ projelerine destek konusunda toplumsal kararsızlığa neden olmaktadır.
Ayrıca “yerli üretim” denildiğinde akıllara genellikle donanım gelir; oysa yapay zekâ bir yazılım zekâsıdır. Bu zihinsel eşiği aşmak, kamuoyunu yapay zekâ teknolojilerinin “görünmeyen ama belirleyici” yönleri hakkında bilgilendirmek önemlidir. Toplumun her kesiminde dijital ve yapay okuryazarlık arttırılmadıkça, yerli yapay zekâ girişimleri kamu desteğinden ve yaygın kullanım potansiyelinden mahrum kalacaktır.
Manevi ve Ahlaki Boyutan Bakarsak, Veri Kimindir? Zekâ Kimindir?
Yerli yapay zekâ üretiminde asıl belirleyici soru şudur: Veri kimindir ve zekâ kimden doğar? Eğer Türkiye, yapay zekâ projelerinde yabancı yazılımları kullanır ve verisini dışa aktarırsa, teknik olarak “yerli” görünen sistemlerin içi ithal zekâ ile dolu olacaktır. Bu durum, dijital sömürgeciliğin en ileri biçimidir.
Bunun önüne geçmek için hem hukuki düzenlemeler yapılmalı hem de ahlaki bir bilinç inşa edilmelidir. Kişisel verilerin, kullanıcıların izni olmadan depolanması ve işlenmesi, mahremiyet ihlali ve güven sorunu yaratır. Yapay zekâ teknolojisinin insan onurunu zedelememesi, insanı “veri”ye değil, “özne”ye dönüştüren bir anlayışla geliştirilmesi şarttır.
Sonuç: Zorluk Değil, Fırsat
Türkçe yerli yapay zekâ üretmek, zorluklarla dolu olsa da aynı zamanda benzersiz bir fırsattır. Bu yolculuk; dilimize sahip çıkmanın, dijital egemenliğimizi korumanın ve insanımıza uygun çözümler üretmenin yoludur. Bu yolda adım atmak, yalnızca teknoloji üretmek değil; geleceği inşa etmek anlamına gelir.
Eğer Türkiye, bu zorlukları aşacak iradeyi ve vizyonu ortaya koyarsa, yalnızca tüketici bir toplum olmaktan çıkıp yapay zekâ çağının üretici medeniyetlerinden biri olabilir.
Saygılarımla,
Taşkın Koçak