Tanımanın Ötesi: Filistin’in Devletleşme Mücadelesi ve Uluslararası Siyasetin Çıkmazı

Filistin meselesi, yalnızca bir coğrafyanın işgal altında kalmasından ibaret değildir. Bu mesele, günümüz uluslararası hukukun ve küresel siyasetin sınırlarını zorlayan, yüzyıllardır süren bir kimlik ve meşruiyet arayışının merkezindedir. Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze bugün hâlâ “işgal altındaki Filistin toprakları” olarak tanımlansa da, bu toprakların gerçekten bir devlet teşkil edip etmediği sorusu, hukuki normların ötesine geçen bir boyuta ulaşmıştır.

Tanımanın Gücü ve Sınırları

İngiltere, Kanada, Avustralya ve Fransa başta olmak üzere birçok Batılı ülkenin Filistin’i devlet olarak tanıdıklarını ilan etmeleri, diplomatik açıdan son derece kritik bir dönemeçtir. Bu kararlar, İsrail ve onun küresel müttefiklerine, uluslararası kamuoyunun giderek tek yönde ilerlediğini göstermek amacını taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu görüşmeleri sırasında art arda gelen bu açıklamalar, Batı dünyasının ilk kez ortak bir çizgi etrafında birleştiğini işaret ediyor.

Ancak şu soruyu sormadan ilerlemek mümkün değil: Filistin’i tanımak gerçekten sahada bir değişim imkan sağlar mı? Yoksa bu, yalnızca sembolik bir dayanışma jestinden mi ibarettir? Bugün 193 BM üyesinden 147’si Filistin’i tanımış durumda. Diplomatik literatürde tanıma, bir devletin varlığını teyit eden en temel eylemlerden biridir. Ne var ki, Filistin örneğinde hukukun sınırları çoktan aşılmış, mesele tümüyle siyasetin dar boğazına sıkışmıştır.

Uluslararası Hukukun Kriterleri

1933 tarihli Montevideo Sözleşmesi, uluslararası hukukta devlet olmanın temel kriterlerini açık biçimde tanımlamaktadır. Buna göre bir devletin varlığından söz edebilmek için dört unsurun bulunması gerekir: sınırları belirlenmiş bir toprak parçası, kalıcı bir nüfus, işleyen bir hükümet ve diğer devletlerle uluslararası ilişkiler kurabilme kapasitesi.

Filistin, bu kriterlerin büyük bölümünü karşılamaktadır. Beş milyondan fazla nüfusa sahiptir; Filistin Yönetimi adı altında işleyen bir idari yapı mevcuttur. Ayrıca diplomatik temsilcilikleri aracılığıyla çok sayıda devletle doğrudan ilişki kurabilmekte ve Birleşmiş Milletler’de “üye olmayan gözlemci devlet” statüsüyle yer almaktadır.

Ancak işin düğümlendiği nokta BM üyeliğidir. Bir devletin BM üyesi olabilmesi için önce Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi gerekir. Bunun için de 15 üyeden en az 9’unun onayı ve ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa gibi 5 daimi üyenin veto yetkisini kullanmaması şarttır. Bugün ABD, İsrail ile stratejik ortaklığı nedeniyle böyle bir tanımaya izin vermemekte; bu da Filistin’in tam üyelik yolunu kapalı tutmaktadır. Hukuki kriterler karşılansa bile siyasetin duvarları hâlâ aşılamamaktadır.

1947’den Bugüne Tarihi Süreç

Filistin meselesinin kökeni, 1947’de BM’nin İngiliz mandasındaki Filistin topraklarını ikiye bölme teklifine uzanır. Bir Yahudi devleti ve bir Arap devleti kurulması öngörülmüş, Kudüs ise uluslararası bir şehir olarak BM yönetimine bırakılmıştı. Yahudiler bu teklifi kabul etti, Araplar ise reddetti.

1948’de İsrail bağımsızlığını ilan edince savaş patlak verdi. İsrail hem ayakta kalmayı başardı hem de sınırlarını genişletti. 1967’deki Altı Gün Savaşı ise dengeleri tamamen değiştirdi: İsrail Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’yi işgal etti. Uluslararası toplum bu işgali hiçbir zaman tanımadı. BM kararları, bu toprakların gelecekte bir Filistin devletinin temelini oluşturacağını ilan etti.

1993 Oslo Anlaşmaları ile umut yeniden doğdu. Filistin Yönetimi kuruldu, iki devletli çözüm ihtimali masaya döndü. Ancak kısa süre içinde süreç tıkandı; İsrail Batı Şeria’da yerleşimlerini genişletti, Gazze’de Hamas yönetimi ele geçirerek silahlı mücadeleyi sürdürdü. Barış görüşmeleri kesildi, umutlar giderek zayıfladı.

Günümüzün Çıkmazı

7 Ekim 2023’ten sonra İsrail’in Gazze’ye başlattığı yoğun bombardıman ve kara operasyonları, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir insani felakete yol açtı. Yüz bine yakın sivil hayatını kaybetti, nüfusun yüzde sekseninden fazlası evlerini terk etmek zorunda kaldı. BM Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu, İsrail’in Gazze’de soykırım işlediği sonucuna vardı. İsrail bu raporu reddetti, BM’yi suçladı ve “iki devletli çözüm öldü” açıklamasını yaptı.

Tam da böylesi bir ortamda Batılı ülkelerin peş peşe Filistin’i tanıdıklarını ilan etmeleri sembolik açıdan güçlü bir dayanışma mesajı veriyor. Ancak bu mesaj, sahada barışın tesisine hizmet etmediği sürece, kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur.

Sembolün Ötesine Geçmek

Filistin’in devlet olarak tanınması, kuşkusuz uluslararası siyasette önemli bir kırılma noktasıdır. Ancak asıl mesele, tanımadan sonra ne yapılacağıdır. Tanımayı takip eden süreçte ekonomik destek sağlanmaz, diplomatik kurumlar güçlendirilmez, işgalin sonlandırılması için baskı mekanizmaları işletilmezse, bu adımlar tarihe yalnızca “iyi niyetli ama sonuçsuz jestler” olarak geçecektir.

Bugün Batılı ülkeler, Filistinlilere “umut ufku” olarak nitelendirdikleri bir pencere açmaya çalışıyorlar. Ancak bu pencerenin gerçekten ışık getirmesi için önce kalıcı bir ateşkes, sonra da iki devletli çözümü mümkün kılacak somut planlar ortaya konulmalıdır. Aksi takdirde tanıma kararları, uluslararası vicdanı rahatlatmaktan öteye geçmeyecektir.

Sonuç:

Filistin’in devletleşme mücadelesi, modern uluslararası sistemin en büyük sınavlarından biridir. Montevideo kriterleri açısından devlet olmanın gerekleri büyük ölçüde karşılanmış olsa da, Birleşmiş Milletler üyeliği siyasetin vetosuna takılmaktadır. Çünkü Filistin’in tam üye olabilmesi için Güvenlik Konseyi’nin onayı gerekir ve bu noktada en kritik engel, ABD’nin veto hakkıdır. Washington, İsrail ile stratejik ortaklığı nedeniyle yıllardır bu üyeliği engellemekte, Filistin’in tanınma sürecini sembolik bir zemine hapsetmektedir.

Batılı ülkelerin art arda açıkladığı tanıma kararları, kuşkusuz güçlü bir mesaj niteliğindedir. Ancak bu mesajın tarihe yön verebilmesi, sahada somut adımlarla desteklenmesine bağlıdır. Tanıma, tek başına bir devlet inşa etmez; devletler yalnızca varlıklarını koruyacak yapılar kurduklarında ve halklarının geleceğini güvence altına aldıklarında tarihe geçerler. Bugün mesele, sadece tanıma değil, tanımanın ötesinde atılacak cesur adımlardır

Bugün mesele, sadece tanıma değil, tanımanın ötesinde neler yapılacağıdır.

Saygı
Taşkın Koçak

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir