Bazen şunu düşünüyorum: Okul dediğimiz şey gerçekten “eğitim” mi, yoksa uzun zamandır alıştığımız bir düzen mi? Zil sesiyle başlayan günler, aynı sırada oturmak, aynı yaş grubuyla aynı konuları aynı hızda öğrenmek… Bizim için bu normaldi ve bunu normal bildik. Çünkü gözümüzü açtığımızdan beri tüm dünya böyleydi. Ama teknoloji değişti, dünya değişti, çocukların merakı bile değişti. O hâlde sormak kaçınılmaz: Okulsuz eğitim mümkün mü?
Önce şunu söylemek lazım: Okulsuz eğitim demek “eğitimsizlik” demek değil. Bu kavram genelde yanlış yerden anlaşılıyor. Okulsuz eğitim; öğrenmenin mekândan bağımsız, daha esnek ve daha kişiye göre şekillendiği bir model demek. Yani “okul yok” değil; “öğrenmenin tek yolu okul değil” demek.
Okul Ne İşe Yarıyor?
Okul yalnızca bilgi öğretmiyor; aynı zamanda düzeni de öğretiyor: saat, disiplin, otorite, kural… Çocuklar okulda sadece ders içeriklerini öğrenmiyor. Bunun yanı sıra beklemeyi, sıraya girmeyi, sessiz kalmayı da öğreniyorlar. Bu iyi bir şey mi? Kısmen evet; toplumsal hayatın bir parçasıdır. Ama bazen şu soruyu da sormadan edemiyoruz: Okul çocuğu eğitiyor mu, büyütüyor mu, yoksa onu bir kalıba mı sokuyor?
Okulun en zayıf yanı şu: Herkesin aynı şekilde tek tip öğrenmesini bekliyor. Oysa insanın öğrenemsi esasında çok katmanlıdır. Kimisi görerek öğreniyor, kimisi yaparak. Kimisi hızlı kavrıyor, kimisi yavaş ama derin öğreniyor. Kimisi meraklı, kimisi çekingen. Okul çoğu zaman bu farkları “detay” sayıyor; oysa fark dediğimiz şey, çocuğun kendisi.
Bilgi Okulun Dışına Taştı
Eskiden bilginin adresi okuldu, kütüphaneydi. Bugün bilgi her yerde. Bir çocuk astronomiye merak sarıyorsa, birkaç doğru kaynakla müfredatın çok ötesine geçebiliyor. Bir yetişkin yeni bir iş alanına girmek istiyorsa, diploma almadan bile güçlü bir yetkinlik kazanabiliyor.
Son yıllarda yapay zekanın gelişimi ile birlikte işin gidişatı değişmeye başladı: kişiselleştirilmiş eğitim fikri artık hayal olmaktan çıktı. Yapay zekâ destekli öğrenme araçları; öğrencinin seviyesini, hızını, zorlandığı noktaları anlayıp ona göre içerik sunabilecek seviyey geldi. Bir öğrenci “burayı anlamadım” dediğinde, YZ aynı konuyu farklı örneklerle yeniden anlatabiliyor. Üstelik bunu yaparken utanma yok, sınıf baskısı yok, “geri kaldım” korkusu yok. Bu, doğru kullanılırsa çok değerli bir fırsat.
Ama burada ince bir çizgi var: Kişiselleştirilmiş eğitim, çocuğu “daha hızlı” öğrenmeye zorlamak için değil; çocuğun öğrenmesini insana yakışır hâle getirmek için kullanılmalı.
Peki Sosyalleşme?
İtirazların en büyüğü burada: “Okul olmazsa çocuk sosyalleşemez.”
Bu cümle önemli. Çünkü okul, sosyalleşmenin merkezlerinden biridir; ancak tek merkez değildir. Spor kulüpleri, sanat atölyeleri, proje grupları, gönüllülük çalışmaları, mahalle hayatı, mabed hayatı ve doğru yönetildiğinde dijital topluluklar… Bunların hepsi sosyalleşmenin farklı ve önemli alanlarıdır.
Asıl mesele şu: Okulda sosyalleşme her zaman sağlıklı mı? Bazen evet; bazen de zorbalığın, mobingin, dışlanmanın, kıyasın ve etiketlerin başladığı yer olabiliyor. Yani soru “sosyalleşme olur mu?” değil; nasıl bir sosyalleşme? Olmalı.
Okulsuz bir model düşünüyorsak, bu boşluğu bilinçli biçimde doldurmak şart: grup aktiviteleri, akran buluşmaları, ortak projeler, farklı yaş gruplarının bir arada olduğu öğrenme ortamları… Bunlar planlanmadan “okulsuz eğitim” tek kanatlı kuş olur.
Eşitsizlik Riski: En Gerçek Tehlike
Bence bu konunun en hassas tarafı eşitsizlik. Her ailenin imkânı aynı değil. Her evin zamanı, bilgisi, rehberliği, maddi gücü aynı değil. Okul, tüm kusurlarına rağmen belli bir “asgari eşitlik” sağlar. Eğer okulsuz eğitim sadece imkânı olanın yapabildiği bir modele dönüşürse, toplumda uçurum büyür.
Bu yüzden okulsuz eğitimi savunmak, “devlet elini çeksin” demek olmamalı. Tam tersine: Kamusal destek, erişilebilir içerik, ücretsiz rehberlik mekanizmaları ve ortak öğrenme alanları olmadan bu iş adil olmaz.
Yapay Zekâ: Öğretmen mi, Rehber mi?
Kişiselleştirilmiş eğitim meselesine burada tekrar dönmek gerekiyor. Yapay zekâ, bir çocuğa özel öğrenme haritası çıkarabilir: “Şurayı bilmiyorsun, burası güçlü, şu konuyu 2 gün tekrar edelim.” Bu çok etkileyici. Ama eğitim sadece bilgi değildir. Eğitim; merak, karakter, sabır, etik ve anlam inşasıdır.
Bu yüzden yapay zekâ, en iyi ihtimalle güçlü bir öğrenme koçu olabilir. Öğretmenin yerini tamamen alması değil; öğretmenin yükünü azaltıp çocuğa daha çok alan açması daha doğru bir hedef gibi geliyor.
Şunu da eklemek gerekiyor:
Bugüne kadar, okula gerçekten mutlu giderek başlayan çok az çocuk gördüm. Buna kendi öğrenciliğim de dâhil. Hatta öyle bir durum var ki, çocuklar okula gitmemek için adeta Anadolu’da yağmur yağmadığı zamanlarda yapılan yağmur duaları gibi, kar yağmasını ve okulların tatil edilmesi için dua ediyorlar. Bu sadece geçmişte kalan bir gözlem değil; bugün kendi çocuklarımda ve çevremdeki birçok çocukta da aynı duyguyla karşılaşıyorum. Bu tablo, bize çocukların tembellik ettiğinden çok daha fazlasını söylüyor. Belki de asıl soru şudur: Çocuklar okula gitmekten neden bu kadar kaçmak istiyor?
Sonuç: Okulsuz Eğitim Mümkün mü?
Evet, mümkün. Ama “okulsuz” demek “plansız” demek değil. Okulsuz eğitim; doğru rehberlik, sağlam sosyal ortamlar ve adil erişim olmadan romantik bir hayale dönüşür. Öte yandan okulun kendisi de değişmek zorunda. Çünkü bugünün çocuğu, dünün okuluna sığmıyor.
Belki de doğru soru şu:
Okul olsun mu olmasın mı? değil…
Çocuk nasıl öğrenirse insan kalır?
Çünkü bazı çocuklar okulda öğrenmeyi seviyor. Bazıları ise okulda kendini kaybediyor. Kişiselleştirilmiş eğitim dediğimiz şey biraz da burada başlıyor: Her çocuğu tek bir kalıba değil; kendi potansiyeline göre büyütebilmek.
Saygılarımla
Taşkın Koçak