Müslümanlar, Hz. Ömer’in Kurban Siyaset Modelini Kavrasalardı, Dünyayı Yönetirlerdi

Bir Kefenin İçinde Siyaset: Hz. Ömer’in Kurban Siyaseti

Dünya tarihinin hiçbir döneminde, adalet kavramı Hz. Ömer’in ellerinde yoğrulduğu kadar canlı, keskin ve yakıcı bir anlam kazanmamıştır. Onun siyaset anlayışında kurban olmak, Allah’a adanmak; nefsi, hırsı, şehveti, dünyevî beklentileri, hatta iktidar arzusunu kurban etmektir. Bugün milyonlarca Müslüman, Hz. Ömer’in, “Bir evde bir kurban yeter” diyerek oğlunun hilafet isteğini geri çevirmesini, sıradan bir tevazu örneği olarak okuyup geçiyor. Oysa bu söz, İslam siyaset düşüncesinin kalbini açar; devlet yönetiminin nasıl bir ruhla ve hangi bedellerle yönetilebileceğini açık olarak tanımlar.

Kurban, Siyasetinin Temelinde Yatan Ruh:

Siyaset, geçmiten, günümüze toplumlarda genellikle “güç, otorite, zenginlik, çıkar ve nüfuz” olarak bilinir. Oysa, Hz. Ömer’in dünyasında siyaset, her şeyden önce bir “kurban” meselesidir. Çünkü İslam’da liderlik, ölüme yakın olmak, dünyevi lezzetlerin tamamını geride bırakmak, insanın benliğini Allah’a adaması demektir. Bir Müslüman yönetici, tenşirde yıkanmış, kefenlenmiş, tabuta girmiş bir mevtâ gibi yaşamalı; artık onun ne malda, ne mülkte, ne şöhrette, ne de heva ve heveslerde gözünün olması gerekir. Ona iktidar makamını, bütün dünya nimetlerini versen, kefenin içinde bir cesede ne kadar anlam ifade ediyorsa, o kadar değer verir.

Hz. Ömer, halifeliğin ilk gününden son nefesine kadar bu sırra sadık kaldı. O’nun hilafeti, işte bu yüzden sadece bir devlet idaresi değil, aynı zamanda bir ruh devrimidir. O, adaletiyle nam saldı; fakat asıl devrim, kendi nefsini kurban ederek, “yaşayan mevta” olmayı göze alarak ortaya koyduğu bir yönetim şeklidir.

Siyasetçinin Kefeni: Hayatın ve İktidarın Anlamsızlığı

Bir Müslüman yönetici, kefenlenmiş bir mevtadır. Eğer, bir insana kefenini giydirip tabuta koyarsanız, ona servetler sunmanın, şehvetin kapılarını açmanın, güç teklif etmenin ne anlamı kalır? İşte Hz. Ömer’in “kurban siyaseti”, yöneticinin kendisini her gün kefenlemesi, arınması, dünyevî arzulardan büsbütün sıyrılmasıdır. Siyasetçinin her sabah aynaya bakıp şunu sorması gerekir: “Eğer bugün kefenim giydirilseydi, sahip olduğum hangi makam, hangi mal, hangi şehvet bana değer katardı?” Bu sorunun cevabı, gerçek adaletin ve yöneticilik bilincinin merkezindedir.

Hz. Ömer’in Adalet Tasavvuru:

Adalet, Hz. Ömer’in omurgasıydı. Siyaset, onun için ne bir saltanat aracı, ne de bir soyaçekim meselesiydi. Hz. Ömer’in yönetim anlayışında, adalet önce kişinin kendi kalbine kazınır, oradan topluma yayılırdı. İslam siyasetinin kalbinde yatan sır şudur: Bir insan adaleti kendi vicdanında kurmazsa, binlerce kanun, binlerce ceza, binlerce asker adaleti tesis edemez. Hz. Ömer’in meşhur sözlerinden biri şudur:
“Dicle kenarında bir kurt bir koyunu kapsa, Allah Ömer’den onun hesabını sorar.”

Bugünün siyasetçileri, “Yargı bağımsız mı?”, “Kuvvetler ayrılığı var mı?”, “Demokrasi işliyor mu?” gibi teknik ve şekli tartışmalar yaparken; Hz. Ömer’in adaleti, bizzat yöneticinin yüreğine, ruhuna ve iç dünyasına dönük bir çağrıdır. Adaletin hakikati, ancak yöneticinin kendini feda edebilmesinde, kurban edebilmesinde doğar.

Hz. Ömer’in Kurban Siyasetinden Dolayı Oğluna Hilafeti Vermemesi

Tarih sahnesinin en çarpıcı hadiselerinden biri, Hz. Ömer’in, oğlu Abdullah için yapılan halifelik teklifini reddetmesidir. Bir grup sahabi, Hz. Ömer’e yaklaşarak oğlunu halife yapmasını önerdiğinde, Hz. Ömer’in verdiği cevap, bir insanın değil; adaletin, hakkın, hakkaniyetin cevabıdır:
“Bir evde bir kurban yeter!”

Hz. Ömer bu sözüyle sadece nepotizmi reddetmedi; asıl olarak, iktidarın, yönetimin, halifeliğin bir “kurban” olduğunu, her aileden bir kişiye bile fazla geleceğini, ağır bir yük, yakıcı bir mesuliyet olduğunu ortaya koydu. Liderliğin şan ve şöhret değil, tam aksine, ağır bir kefaret, bir yük, bir fedakârlık ve bir kurbanlık olduğunu dünyaya ilan etti.

Yönetimde Hesap Günü Bilinci: “Vallahi, Adalet Olmadan Asla!”

Hz. Ömer’in bütün ömrü, yönetimde “hesap günü” bilinciyle geçti. “Kıyamet günü hesaba çekilirim” korkusu, onun siyasetinin temelinde yer alıyordu. İktidarın meftunu olan liderlerin, mesuliyetten bihaber yöneticilerin elinde, en adil düzenler bile bozulmaya mahkûmdur. Hz. Ömer’in çağrısı bugünkü İslam dünyasına şunu anlatıyor:
Yöneticilik, makamı yüceltmek, ailesini zenginleştirmek, çevresini genişletmek için değil; nefsini, hırsını ve arzusunu her sabah Allah yolunda kurban etmek için vardır. Bir müslüman yönetici, gerçek anlamda adanmadıkça, yani dünyevî lezzetlerden, şöhret arzusundan, iktidar ihtirasından sıyrılmadıkça, adaletin gölgesinde bile yer bulamaz.

Ömer Bin Abdülaziz: Yeniden Kurban Siyaseti ve Adaletin İhyası

Hz. Ömer’in “kurban siyaseti” mirası, zamanla unutuldu; İslam devletlerinde, hilafet saltanata, adalet siyasete, takva gösterişe dönüştü. Ancak tarih, bir noktada bu ruhun yeniden dirildiğine şahit oldu: Hz. Ömer’in torunu, Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz…

Ömer bin Abdülaziz, ihtişamın, debdebenin ve şatafatın tam ortasında, dedesinin “kurban siyaseti”ni yeniden diriltti. Tahta çıktığında, önceki yönetimin hazinesini yoksullara dağıttı, lüks ve ihtişamı terk etti, kendisi için yeni elbiseler ve mücevherler almayı yasakladı. O, “kefen giymiş” bir sultan gibi yaşadı, gözünü hırs ve şehvet bulutlarından uzak tuttu. Ömer bin Abdülaziz, adaletin ve hakkaniyetin bir hanedan saltanatından, bütün ümmete ve insanlığa ait olduğunu ilan etti.

O, dedesi Hz. Ömer’in “Dicle’nin kenarındaki kuzu” metaforunu, Arap çöllerinde yeniden yankılattı. Onun adaleti öyle derin ve gerçekti ki, hükümdarlığı döneminde zekât verecek yoksul bile bulunamaz hâle gelmişti. Yönetici, halkının içinde; kefenini giymiş, Allah’a hesap verecekmiş gibi yaşayınca, adalet ilahi bir rüzgâr gibi toplumu sarar.

Kefensiz Liderlik: Bugünkü Siyasetin Krizi

Günümüz İslam dünyasına, hatta insanlığın tamamına şu soruyu sormak gerekir:
Kaç lider, sabahları kendini tabuta koyup kefenliyor?
Kaç siyasetçi, iktidarı, serveti, şöhreti ve hatta kendi ailesinin çıkarlarını Allah yolunda kurban edebilecek yüreğe sahip?
Kaç devlet adamı, adaleti önce kendi vicdanına, sonra topluma taşıyabiliyor?
En önemlisi ise kaç Müslüman, Hz. Ömer’in “Bir evde bir kurban yeter” sözünün ardında yatan sorumluluk ilkesini kavrayabiliyor?

Bugün İslam coğrafyası, adaletin yerle yeksan edilip bozulduğu, liderlerin hırs ve şehvetin esiri olduğu, toplumun ise adaleti yalnızca dillerinde yaşattığı bir zamandan geçiyor. Eğer Hz. Ömer’in “kurban siyaseti” kavranabilseydi, Müslümanlar, sadece kendi coğrafyalarını değil; bütün insanlığı, adaletle, merhametle ve hakkaniyetle yönetebilirdi.
Fakat bunun için önce liderlerin kefen giymesi, ardından bütün toplumun adaleti hayatının merkezine koyması gerekir.

Kurban Siyaseti: Sadece Yöneticilere Değil, Herkesin Hayatına

Hz. Ömer’in mirası, yalnızca devlet başkanlarına, halifelere ya da sultanlara değil; her Müslümanın, her cemaatin, tarikatın, vakfın ve derneğin hayatına dokunan evrensel bir öğüttür. Aslında her baba, öğretmen, esnaf, memur; kendi küçük iktidar alanında, kendi “kurban siyasetini” yaşamak zorundadır. Çünkü dünyevî arzularından, hırslarından ve çıkarlarından arınmadan gerçek adalet ortaya çıkmaz.

Bugün ise, pek çok lider ve sorumlu insan “ölümü” ve “kefeni” unutarak; kendisini ölümsüz, iktidarını ise ebedî zannetme gafletine düşmüş durumda. Oysa Hz. Ömer’in asıl dersi şudur: Bir gün mutlaka tabuta girecek her insan, yaşarken de sanki kefenini giymiş gibi yaşamalı; yönetim, sorumluluk ve emanet üstlenirken her an Allah’a hesap verecek bilinciyle titremelidir.

Mesuliyetin Korkusu ve Adaletin Sevinci

Hz. Ömer’in bir başka özelliği, liderlikte mesuliyetin korkusunu kalbinde her an diri tutmasıydı. Onun gözünde liderlik, bir ödül değil; Allah’a verilecek ağır bir hesap, yakıcı bir sorumluluktu. “Korkmaz mısın bu yükten?” diye soranlara şu cevabı verirdi:
“Korkmaz olur muyum? Halife olunca uyuyamaz oldum. Çünkü Allah’ın huzurunda adaletsiz bir liderin hesabı çok ağırdır!”

Toplumların kaderi, liderlerinin ruhunda gizlidir. Hz. Ömer, adaletiyle bir topluma hayat vermiş, Ömer bin Abdülaziz ise, kuruyan adalet nehrini tekrar akıtmıştır. Her iki isim de, “kurban siyaseti”nin ve kefenli liderliğin, sadece teorik bir ideal değil, pratikte mümkün ve yaşanabilir bir hayat nizamı olduğunu göstermiştir.

Son Söz: Kurban Siyasetinin Işığında Yeni Bir Dünya

Eğer günümüzde ve gelecekte Hz. Ömer’in “kurban siyaseti” anlaşılır ve yaşanırsa, dünya adaletin gölgesinde bambaşka bir yer olur. O zaman, Dicle kenarında bir kuzunun canı da, Gazze’de bombalar altında ezilen bir çocuk da gerçek adaletin şefkatiyle huzur bulur. Çünkü adalet, bir toplumun kalbinde başlar; kendini arındırmamış bir lider ise asla bu adaleti tesis edemez.

Hz. Ömer’in mirası, bize dünyevi arzulardan, hırstan ve iktidar tutkusundan vazgeçmemizi öğütlemektedir. Bunu başarabilen bir yönetici, geçici çıkarların ötesine geçip Allah’ın huzurunda hesap vermeye hazır bir kul hâline gelir. Gerçek adalet ve toplumsal huzur, işte bu teslimiyetle mümkün olur.

Müslümanlar yeniden “kefen giymeyi” ve “kurban olmayı” öğrenirse, adalet ve merhametin sancağını sadece kendi coğrafyalarında değil, tüm dünyada dalgalandırabilirler. Siyasetin hakikati, iktidarı bir emanet ve sorumluluk olarak görmekte; adaletin özü ise, liderin kendi nefsiyle verdiği mücadelede saklıdır.

Unutmayalım: “Bir evde bir kurban yeter.” Bir toplumda bir adil lider, insanlığın kaderini değiştirebilir.

Saygılarımla

Taşkın Koçak

Not: Bu metin, hiçbir lider, siyasetçi veya grup özelinde değil; tüm İslam dünyasına yönelik genel bir değerlendirme için ele alınmıştır.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir