Günümüz Müslümanın Kayıp Kodu
Dünya hızlıca değişiyor. Yüzyıllar, milletler, düşünceler, inançlar… Her şey yeniden biçimleniyor. Ancak biz, Müslümanlar, belki de insanlık tarihinin en sancılı, en kimliksiz çağlarından birindeyiz. Köklerimizle bağımız zayıfladı; dedelerimizin, atalarımızın bize miras bıraktığı hikmet damarı kurudu. Oysa aradığımız pusula, kaybettiğimiz huzur, özlemini çektiğimiz adalet ve insanlık, hiç de uzaklarda değil; sadece tozunu aldığımızda parlayacak iki büyük zaman diliminde saklı: Mekke ve Medine.
Bunu sadece nostaljik bir “asr-ı saadet güzellemesi” olarak okumak, tarihsel bir methiyeden ibaret sanmak, konuyu daraltmak olur. Hayır! Hz. Peygamber’in Mekke ve Medine’de inşa ettiği yaşam modeli yaradılışın insanlık medeniyetin kök kodlarıdır; bugün kaybettiğimiz her değerin, özlediğimiz her sosyal yapının anahtarları oradadır. İki zaman dilimi… İki farklı imtihan… İki farklı strateji… Ama tek bir hedef: İnsanı yeniden insan yapmak!
Mekke Dönemi: Tevhit ve Kimlik Okulu
Mekke dönemi, zorluklarla, baskı ve işkenceyle, toplumsal dışlanmışlıkla yoğrulmuş bir süreçtir. Ancak asıl önemi, “saf tevhit bilinci”nin, sağlam bir imanın ve sarsılmaz ahlakın inşa edildiği bir direniş okulu olmasında yatar. Dikkatle bakıldığında, ilk inen ayetlerin neredeyse tamamı, insanı Yaratıcısıyla tanıştırmak; kalbe, akla ve kimliğe dokunmak üzereydi. Henüz siyasi bir program, hukuk düzeni veya devletleşme yoktu. Bir toplumu değiştirmek, ancak insanın iç dünyasını dönüştürmekle mümkündü. Mekke’nin büyük sırrı da işte tam burada gizliydi.
Bugünün Müslümanları olarak en çok kaybettiğimiz şey ise, Mekke’de öğretilen şu temel hakikattir: “Kim olduğunu bilmeden, ne olacağını seçemezsin.” Hz. Peygamber’in arkadaşlarına ilk dokunuşu, onların kalbine ve aklına olmuştur. Köle Bilal’in, aristokrat Mus’ab’ın, zengin Abdurrahman’ın, genç Ali’nin ve zayıf Sümeyye’nin ortak noktası; Mekke’de kazandıkları sarsılmaz kimliktir. Allah’a kulluğun, insanı bütün toplumsal ve dünyevi zincirlerden özgürleştiren bir bilinç olduğunu işte orada derinlemesine anladılar. Bu nedenle Mekke, tevhitle başlayan büyük bir özgürleşme laboratuvarıdır.
Bugün ise, neden bu kadar dağınık, çekişmeli, kimlik bunalımı yaşayan ve özgüveni sarsılmış bir ümmete dönüştük? Çünkü iç dünyamızı, ahlakımızı ve kimliğimizi, çağımızın karmaşık ve hızlı değişen dinamikleri karşısında yeniden ve bilinçli şekilde inşa edemedik. Modern hayatın sunduğu yaşam biçimi, bizi her geçen gün daha karmaşık, daha yüzeysel ve daha kopuk bir yaşama doğru sürüklüyor. Gelenekle olan bağlarımız zayıflarken, karşılaştığımız yeni olguları doğru anlamayı; bu yeniliklerin içinde İslami değerlerimizi nasıl yaşayacağımızı ve bu değerleri topluma nasıl aktaracağımızı başaramıyor; sürekli bir ikilem ve arayış içinde savruluyoruz.
Oysa Mekke dönemi bize, tüm toplumsal ve ahlaki sorunlara rağmen, temelde önce Allah’ın varlığını ve birliğini kavramak gerektiğini öğretmişti. Peygamber Efendimiz’in Mekke’deki önceliği; toplumsal reformlar, hukuki düzenlemeler veya ekonomik projeler değil, tevhidin kalplerde kökleşmesiydi. Putperestliğin, zulmün ve adaletsizliğin hâkim olduğu bir toplumda bile, Allah’a olan sarsılmaz iman ve hakikatten asla taviz vermeme kararlılığı, gerçek ahlaki dönüşümün anahtarı oldu. Çünkü insana gerçek kimlik ve özgürlük kazandıran şey; dünyevi menfaatlerin, geçici gündemlerin ve toplum baskısının ötesinde, Allah’a bağlılıkla yoğrulan sağlam bir benliktir.
Bugün de Müslüman gençlerin, entelektüellerin, iş insanlarının, sanatçıların ve kısacası her birimizin önce kendi Mekke’sini yaşaması, yani kendisiyle, inancıyla ve hakikatiyle yüzleşerek sahici bir kimlik ve ahlak inşa etmesi gerekmektedir. Müslümanlar bugün ve yarın için, öncelikle bu temel program çerçevesinde yeniden düşünmeli ve harekete geçmelidir.
Medine Dönemi: Medeniyet ve Kurumsal İnşa
Mekke’de tevhit, kimlik ve bilinç inşa edildi, Medine’de ise bu birikim ete-kemiğe büründü, hayata aktı, kurumsallaştı. Medine, sadece “hicret edilen yeni şehir” değildir; bambaşka bir toplumsal düzenin, insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bir adalet ve kardeşlik toplumunun doğuşudur.
Burada en kritik nokta şu: Mekke’de yetişen insan malzemesi olmadan, Medine inşa edilemezdi. Birçok devletin, hareketin, topluluğun çöküş nedeni budur: Ahlak ve bilinç temeli olmadan, kurumsallaşmaya kalkmak. Bugün İslam dünyasında neden binbir türlü dernek, parti, cemaat, vakıf var ama hiçbirisi gerçek bir toplumsal devrim üretemiyor? Çünkü Medine modeli kopyalanıyor ama Mekke ruhu olmadan… Sonuç: Çürük temelin üzerine kondurulmuş devasa ama ruhsuz binalar!
Medine’nin bize sunduğu modelde üç temel unsur var:
- 1. Hukuk ve Adalet: Peygamberimizin kurduğu toplumsal sözleşme (Medine Vesikası), farklı din, etnik köken ve sosyal statüden insanları ortak bir adalet ve hukuk şemsiyesi altında topladı. Bugün Müslümanların en çok ihtiyaç duyduğu şey, “bizden olanı kayırma” hastalığından kurtulmak, adaleti herkes için talep etmek ve yaşatmak.
- 2. Kardeşlik ve Sosyal Dayanışma: Muhacir-Ensar kardeşliği sadece bir yardım projesi değil, kökten bir toplumsal entegrasyon hareketidir. Malı, canı, sevinci ve hüznü paylaşmak… Bugünün yalnızlaşmış, bireyselleşmiş, yabancılaşmış Müslüman toplumlarına çağrı budur: Tek başına kurtuluş yok!
- 3. Kurumsallaşma ve İstişare: Mescid, pazar, ordu, vakıf, zekât kurumu, eğitim meclisi… Peygamber, her alanda sistem kurdu. Kararları tek başına almadı, istişareye, danışmaya, katılımcılığa verdiği önemle bugün bile demokrasiye taş çıkaran bir yönetim biçimi oluşturdu.
Mekke-Medine Diyalektiği: Durağanlık Tuzağından Kurtuluş
Tarihte her toplum, kimi zaman kendi Mekke’sini yaşar: Yani baskı, azınlıkta kalma, sürgün edilme, hakaret görme… Kimi zaman da Medine’sini: Hâkim olma, devleti kurma, refaha ulaşma, güçlenme… Asıl tehlike, birinde takılıp kalmak, diyalektiği koparmak! Ne sürekli mağdur psikolojisinde bir Mekke müminliği, ne de rahatına düşkün bir Medine bürokratlığı…
Çağımızda Müslümanlar iki tuzak arasında sıkıştı: Ya geçmişte yaşanmış bir asr-ı saadet nostaljisine saplanıp bugünün sorunlarını ıskalıyoruz, ya da sadece mevcut kurumların yaşatılmasıyla yetinip ruhumuzu kaybediyoruz. Asıl olan, iki dönemi birden, ruh ve beden gibi, zihin ve organizma gibi birlikte yaşamak.
4. Günümüze Yansıyan Işık: Çözümler ve İlhamlar
Peki bugün, 21. yüzyılın kaotik dünyasında, Mekke ve Medine dönemlerinin bize sunduğu pratik çözümler neler?
Çağımızın Kimlik İnşası ve Tevhit Bilinci
Kimliğini kaybeden, küresel kültürün dalgaları arasında savrulan, sosyal medya algoritmalarının ve dijital dünyanın yapay gerçekliklerine kapılan bugünün gençliği, çoğu zaman kendi konfor alanına çekiliyor. Oysa tam da bu konfor alanının içinde, gerçek benliğinden ve köklerinden uzaklaşarak, derin bir kimlik bunalımına sürükleniyor. İşte böylesi bir ortamda, gençleri bulunduğu yerden silkelenmeden, konfor alanlarının içinde onları bilinçlendirmek, içsel bir uyanış başlatmak hayati önem taşıyor. Bu zor bir iş ama yapılamaz değil.
Mekke’nin saf tevhit bilincini, Allah’a her yerde ve her koşulda bağlı kalmanın anlamını, bu gençliğe kendi dijital evrenlerinde ve günlük hayatlarının içinde usul dahilinde yeniden hatırlatmak zorundayız. Çünkü asıl dönüşüm, gençleri bulundukları yerden alıp başka bir yere taşımak değil; onların mevcut dünyalarında, kendi konfor alanlarında hakikati bulmalarını ve içsel bir uyanış yaşamalarını sağlamakla başlar. Her yerde ve her zaman Allah’a bağlılık şuuru, yeni çağın kimliksizleştiren dalgalarına karşı Müslüman gençliğin en sağlam sığınağı ve özgürleşmenin ilk adımıdır.
Sosyal Dayanışma ve Kardeşlik
Kapitalizmin bireyselliğe ve çıkarcılığa sürüklediği çağımızda, Ensar-Muhacir kardeşliği modeli yeniden inşa edilmeli. Gerçek anlamda bir dayanışma ekonomisi, sadaka taşı geleneğini bugünkü dijital yardımlaşma ağlarına kadar uzatmalıyız.
Adaletin Evrenselliği
Dünyada Müslüman coğrafyalarında yaşanan ayrımcılık, yolsuzluk, adaletsizlik… Bütün bunların çözümü Medine Vesikası’nın ruhunda saklı. Adaleti sadece kendi cemaatimiz için değil, farklılıklar arasında da savunmak. Peygamber’in Yahudilerle yaptığı adalet sözleşmesinin bugünkü karşılığı, çoğulcu ve kapsayıcı bir hukuk anlayışıdır.
Kurumsallaşma ve Katılımcılık
Her işin şahsa bağlı olduğu, liyakatin değil sadakatin öne çıktığı Müslüman ülkelerde gerçek bir “istişare kültürü” kurmak. Her bireyin görüşüne değer verilen, şûranın ve kolektif aklın işletildiği yapılar inşa etmek.
Eğitim ve Bilgi
Mekke’de başlatılan tebliğ halkaları, Medine’de kurulan suffa… Bilginin ve eğitimin yayılması için dijital çağın tüm araçlarını kullanmak. Bilgiyi ve hikmeti yaymak, öğrenen ve öğreten toplumu yeniden inşa etmek.
Sonuç: Yolumuzu Mekke ve Medine’nin Işığıyla Bulmak
Bu çağın Müslümanı için Mekke ve Medine, birer hatıra değil; yaşayan, nefes alan iki modeldir. Kimliğini Mekke’de bulup, toplumsal vizyonunu Medine’de inşa eden bir nesil, yeniden doğuşun anahtarıdır. Bugün yüzleştiğimiz tüm krizlerin, ahlak ve siyaset buhranlarının, ekonomik ve kültürel yıkımların temelinde bu iki kodun unutulması yatıyor.
Hz. Peygamber’in çağlar üstü mirası, sadece kutlu bir hayat hikâyesi değil; bugün hâlâ çözüm üreten, yol gösteren bir bilgi atlasıdır. Modern dünyada Müslüman, önce kendi Mekke’sini yaşamalı, sonra Medine’sini inşa etmeli. Ancak o zaman gerçek anlamda özgür, adil, kardeşçe, katılımcı ve bilgili bir topluma ulaşabiliriz.
Yolumuzu bulmak için, bir kez daha Mekke’nin saf imanına, Medine’nin adaletine bakmamız, o izleri sürmemiz gerekiyor. Çünkü gelecek, kökleriyle barışık olanların, geçmişin hakikatini bugüne taşıyabilenlerin olacak. O hâlde, kendi Mekke’mizi ve Medine’mizi yeniden keşfetmeye, oradan bugüne ışık taşımaya var mısın?
Saygılarımla
Taşkın Koçak