Tarihe baktığımızda İslam medeniyetlerinde Endülüs’ten Bağdat’a, Semerkant’tan Kahire’ye uzanan bir kurumsal şebeke karşımıza çıkar. Medreseler, vakıflar, rasathaneler, kütüphaneler, hastaneler, esnaf loncaları, kadılık ve divan teşkilatları gibi pek çok yapı, yalnızca kendi döneminin değil, yüzyıllar ötesinin toplumsal hayatını da şekillendirmiştir. Abbasi, Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı gibi farklı medeniyetler, vakıf sistemiyle sosyal yardımlaşmanın, eğitimin, sağlığın, şehirleşmenin ve bilimsel ilerlemenin altyapısını oluşturmuşlardır.
Bu kurumsal yapılar istikrar, güven, sürdürülebilirlik ve toplumsal aidiyet üretmiş; adeta bir medeniyet omurgası oluşturmuştur. Bugün hâlâ İstanbul’da, Kahire’de, Kudüs’te, Fas’ta veya Buhara’da gördüğümüz bazı yapılar, bu derin kurumsallığın somut kanıtlarıdır.
Neden Bugünün Müslümanları Benzer Kurumsal Sistemleri Üretemiyor?
1. Dünya-Tasavvurunun Dönüşümü ve Fikri Kriz
Geçmişte İslam medeniyetlerinde kurulan kurumlar; din, ahlak, bilim, sanat ve devlet anlayışının bütüncül bir “dünya-tasavvuruna” dayanıyordu. Kurum, bir fikrin hayata yansımasıdır; kökünü sağlam bir felsefeden ve ortak ideallerden alır. Bugün ise İslam dünyasında ortak bir “medeniyet tasavvuru” ciddi şekilde zayıflamıştır. Küresel ve seküler paradigmanın gölgesinde, Müslüman toplumlar kendi özgün bilgi, değer ve anlam üretim süreçlerini kaybetmiş, Batılı kurum modellerinin yüzeysel taklitçiliğine yönelmiştir.
Bu yüzeysellik, kurumsal vizyonun sığlaşmasına yol açtı. Fikir yoksa kurum da yoktur; derinlikli bir vizyon olmayınca kurumsallık kısa ömürlü, bürokratik ve içi boş bir hale gelir. Bugünün çoğu Müslüman ülkedeki kurumlar, “öğretmek” yerine “ezberletmek”, “iyileştirmek” yerine “yönetmek”, “birleştirmek” yerine “ayrıştırmak” üzerine kurulu.
Devletçi Merkezileşme ve Sivil İnisiyatifin Zayıflaması
İslam medeniyetlerinde kurumsal dinamizmin bir kaynağı da, sivil inisiyatif ve toplumsal özerklikti. Vakıflar, loncalar, medreseler; genellikle devletin değil, toplumun inisiyatifiyle ortaya çıkardı. Bugün ise pek çok Müslüman ülkede devletçilik, merkeziyetçilik ve bürokrasinin baskısı toplumsal aktörleri köreltti. Devletin mutlak kontrolü altında şekillenen kurumlar, halktan ve toplumsal tabandan kopuk, işlevsiz yapılara dönüştü. Sivil toplumun, bireysel hayırseverliğin, gönüllü teşebbüslerin önü tıkandı.
Sosyoekonomik Bağımsızlığın Kaybı
Geçmişte kurulan büyük kurumların en önemli dinamiği ekonomik bağımsızlıktı. Vakıfların kendi arazileri, gelir kaynakları, finansal özerklikleri vardı. Bugün ise Müslüman toplumların büyük bir kısmı ekonomik açıdan bağımlı, dışa açık ve kırılgan durumda. Küresel sermaye akışlarına, dış yardımlara, kısa vadeli finansal çözümlere mahkûm kalan bir toplumun sürdürülebilir kurumlar inşa etmesi güçleşiyor. Kurumlar finansal baskılar, sponsor beklentileri ve günübirlik çıkarlar nedeniyle sürekli zayıflıyor, kök salamıyor.
Liderlik ve Nesil Krizi
Tarihte kurumsal başarıların arkasında güçlü şahsiyetler, öncü nesiller vardı. Gazali, İbn Sina, Farabi, Alparslan, Nizamülmülk gibi isimler, sadece fikir üretmekle kalmayıp, kurumun ruhunu da inşa ediyorlardı. Bugün ise “büyük lider” tipolojisi yerini günübirlik çıkar peşinde koşan, vizyonsuz, çoğu zaman sadece statü ve rant mücadelesi veren yönetici tipine bıraktı. Nesiller arası bilgi, tecrübe ve hikmet aktarımı zayıfladı; kurumsal hafıza neredeyse silindi.
Küreselleşme ve Kimlik Erozyonu
Küreselleşme ile birlikte bütün dünyada kurumların yerelliği, kimliği ve misyonu zedelendi. Müslüman toplumlar, Batı’daki “ready-made” (hazır) modelleri ithal etmekle yetindi. Eğitim, sağlık, ticaret, hatta dini alanlarda dahi Batılı modeller kopyalandı. Bu durum hem kurumsal ruhun hem de sürdürülebilirliğin yok olmasına sebep oldu. Kurumun taşıdığı anlam, kök saldığı toplumdan ve kültürden kopunca işlevsizleşti. Bu arada Batı’dan kopyalanan sistemelerde tam anlamıyla yönetilemedi.
Güven Bunalımı, Dağınıklık ve Bireyselciliğin Yükselişi
Modern çağda Müslüman toplumlarda vakıflar, cemaatler ve dernekler aracılığıyla yürütülen “ortak iş yapma kültürü” ciddi şekilde zayıfladı. Toplumsal güven büyük bir erozyona uğradı; her yeni girişim ya çıkar çatışmalarının, hizipleşmenin ya da kısa vadeli şahsi menfaatlerin kurbanı oldu. Bir zamanlar dayanışma, güven ve adanmışlık gibi yüce değerler etrafında yükselen kurumlar, bugün bireysel çıkarların, rekabetin ve parçalanmışlığın gölgesinde kalmış durumda. Oysa gerçek medeniyet inşası, ancak ortak hedefler etrafında birleşmek, birlikte üretmek ve büyük ideallere omuz vermekle mümkündür. Kökleri sağlam bir güven ve dayanışmaya dayanmayan hiçbir toplumsal yapı, kalıcı ve anlamlı olamaz.
Geleceğe Dair: Ne Yapmalı? Kurumsal Yeniden Doğuşun Şartları
1. Kökten Bir Fikri ve Medeniyet Tasavvuru İnşası
Kurumsal yapının temeli sağlam bir fikre, ortak bir vizyona dayanır. Bugün Müslüman toplumların yapması gereken ilk şey, kendi dünya-tasavvurlarını ve medeniyet ideallerini yeniden inşa etmektir. Bunun için dinden felsefeye, sanattan siyasete kadar her alanda özgün bir düşünce hamlesi şarttır. “Kimiz, neye inanıyoruz, neyin peşindeyiz ve nasıl bir toplumsal yapı kurmak istiyoruz?” sorularına net cevaplar verilmeden, kurumlar da köksüz ve geçici kalacaktır.
2. Sivil İnisiyatife ve Toplumsal Bağımsızlığa Yol Açmak
Geleceğin kurumları, devletin ağır vesayetinden kurtulmalı; halkın, hayırseverlerin, gönüllü teşebbüslerin önünü açacak modeller geliştirilmeli. Vakıf geleneğinin güncellenerek yeniden canlandırılması, toplumsal özerkliğin ve inovasyonun teşvik edilmesi şarttır. “Kurucu nesil” ruhunun toplumsal zeminde yeniden yeşertilmesi, bireysel çabaların kolektif yapıya dönüşmesi gerekir.
3. Ekonomik Özerklik ve Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilir kurumsallık, ekonomik bağımsızlıktan geçer. Geleceğin Müslüman kurumları; kendi gelir kaynaklarını üreten, vakıf kültürünü çağdaş yönetim anlayışıyla birleştiren, finansal planlaması güçlü yapılar olmalı. Bağımsız gelir modelleri, modern sosyal girişimler ve teknolojiyle desteklenmiş yeni nesil vakıflar, bu noktada anahtar rol oynayacaktır.
4. Liderlik ve Nesil Yetiştirme
Büyük kurumlar, büyük insanlar ve öncü nesiller ister. Geleceğe dönük kurumsal yapıların inşası için, “liyakat ve adanmışlık” merkezli, kendi kimliğine ve değerlerine sahip çıkan bir liderlik kültürü inşa edilmeli. Ayrıca genç nesiller, idealler uğruna fedakârlık yapmaya istekli şekilde eğitilmeli; “kısa vadeli çıkar” yerine “uzun vadeli vizyon” benimsetilmelidir.
5. Ortak Akıl, Güven ve Dayanışma
Müslüman toplumlar, yeniden “birlikte iş yapabilme”, güven inşa edebilme ve ortak akıl üretebilme kültürüne dönmeli. Kurumsal yapılar; sadece bir grubun, cemaatin veya zümrenin değil, toplumun bütün kesimlerini kapsayacak şekilde şeffaf ve katılımcı olmalı. “Paylaşan, dayanışan ve ortaklaşa üreten” yeni bir sosyal model, ancak bu yolla inşa edilebilir.
Sonuç: Yeniden Medeniyet İnşası
Günümüz Müslümanlarının sürdürülebilir ve kalıcı kurumlar kuramamasının ardında çok katmanlı tarihsel, fikrî ve sosyoekonomik nedenler yatıyor. Çözüm; geçmişin birikimini bugünün ihtiyaçlarıyla buluşturan, özgün ve iddialı bir vizyonda saklı. Kurumlar, ancak bu değişimle, yeniden insanın, toplumun ve hakikatin hizmetinde olacak şekilde inşa edilebilir.
Unutulmamalıdır ki, kurumsal yapı bir toplumun kendisine verdiği en büyük sözdür. Sözümüzü, niyetimizi ve irademizi tazelemedikçe; tabelası çok, ruhu yok kurumların ötesine geçemeyiz. Bu çağın Müslümanlarına düşen görev, sadece geçmişi övüp bugünü yadırgamak değil; geleceği inşa edecek derinlikte, köklü ve sürdürülebilir kurumlar kurmaktır. Medeniyet, önce ruhta, sonra kurumda yeniden doğar.
Saygılarımla
Taşkın Koçak