İslam’da Nefer mi, Lider mi?

İslam’da Nefer mi, Lider mi?

Halid b. Velid’in Ahlakı, Ebû Ubeyde’nin Eminliği ve Kurumsallığın Önemi

“Baş Olmak” Hevesi ve “Nefer Olmak” Erdemi

Bugün hangi meclise girsek, hangi siaysi kurumun kapısını çalsak, hangi vakıfa ve derneğe uğrasak aynı manzarayla karşılaşıyoruz: Herkes baş olmak istiyor. Herkes vitrinde yer kapma, liderlik koltuğuna oturma, en önde görünme çabasında. Oysa İslam’ın altın çağından bize ulaşan en büyük derslerden biri, “nefer ahlakı”nı kaybettiğimizde liderlik makamlarının da anlamını yitirdiğidir.

Hz. Ömer’in (r.a.) büyük stratejik kararı ve Halid b. Velid’in (r.a.) olağanüstü teslimiyet ahlakı, Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın (r.a.) sükûnetli eminliği bize şunu hatırlatır: Zaferi şahıslara değil, ilkelere ve kuruma yazmak. Bu yazıda, bu tarihi olayın arka planını, bugüne bakan yönlerini, “neferlik” ile “liderlik” arasındaki ince dengeyi ve kurumsal aklın zaferini irdeliyorum.

Azil Kararının Arka Planı ve Tarihî Çerçeve

Hz. Ömer’in hilafeti döneminde fetihler olağanüstü hızla genişliyordu. Şam, Kudüs, Irak ve İran cephelerinde ordular zaferden zafere koşuyordu. Bu zaferlerin büyük kısmında sahada Halid b. Velid’in imzası vardı. “Allah’ın Kılıcı” lakabıyla anılan Halid, yalnız cesaretiyle değil, ani manevraları, stratejik öngörüsü ve disiplinli komutasıyla İslam ordularının moral kaynağı olmuştu.

Fakat bir tehlike belirdi: Zaferler Halid’e, kurumun önüne yazılmaya başladı. Halkın dilinde, fetihler İslam’ın değil, “Halid’in başarıları” gibi anılır oldu. Hz. Ömer işte bu noktada tarihe geçecek şu kararı aldı: “Davanın şahısların gölgesinde kalmasına izin veremem.” Bunun üzerine Halid’in komutanlığını azledip yerine Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı tayin etti.

Rivayetler, azil mektubunun Suriye cephesinde ulaştığını; Ebû Ubeyde’nin ise savaş bitene kadar bunu sakladığını aktarır. Savaş sona erince mektubu Halid’e verdi ve görev değişimini açıkladı. Halid’in cevabı ise asırlara damga vurdu:
“Kardeşim, buyur makam senin. Ben senin emrindeyim. Müminlerin Emiri bir hikmetle böyle uygun görmüşse, bunda hayır vardır. Ben İslam’ın neferiyim.”

Halid’in Ahlakı: “Zafer Benim Değil, Davamındır”

Halid’in büyüklüğü sadece kazandığı muharebelerde değil, kaybetmediği terbiyede gizlidir. Bir insan düşünün: Yıllarını savaş meydanlarında geçirmiş, zaferlerle adını tarihe kazımış, ordular ona güvenle bakıyor. Tam da bu noktada görevden alınıyor. Oysa Halid’in tavrı itiraz değil, itaat oldu. Çünkü o biliyordu ki zafer şahsın değil, davanındır.

Bu tavır, sadece bir kişisel erdem değildir; toplumun, ordunun, ümmetin devamlılığı için kurumsal sigortadır. Eğer Halid kibir gösterseydi, ordu bölünür, zaferler zaafa dönüşürdü. Ama onun tevazusu sayesinde İslam orduları daha da güçlenerek yoluna devam etti.

Ebû Ubeyde’nin Eminliği ve Sessiz Gücün Zaferi

Ebû Ubeyde b. Cerrâh, sahabenin “emin” sıfatıyla andığı, yumuşak huylu, ağırbaşlı ve stratejik zekâya sahip bir liderdi. Onun görevi savaş meydanında kahramanlık göstermekten çok, zaferlerin kurumsal düzenle idaresini sağlamaktı. Fethedilen toprakların yönetimi, halkla ilişkiler, diplomasi, vergi ve düzenin korunması gibi konular, Ebû Ubeyde’nin sessiz ama güçlü liderliği sayesinde sorunsuz yürüdü.

Onun liderliği bize şunu gösterir: Her zaman en cesur olan değil, bazen en emin olan liderliğe layıktır. Çünkü devlet ve kurum yönetiminde sürdürülebilirlik, kahramanlıktan daha hayati olabilir.

Şûra ve Kurumsallık: Kararların Arkasındaki Akıl

Hz. Ömer’in kararı şahsi bir hırsın ürünü değildi. Bu, şûranın ve kurumsal aklın bir sonucuydu. İslam’ın yönetim anlayışında kararlar, tek kişinin karizmasına değil, ortak akla, istişareye ve ilkelere dayanır. Halid’in azli de bu prensibin en somut örneklerinden biridir.

Şûra, burada iki şeyi garanti altına almıştır:

  1. Kahraman kültünün önlenmesi: Zaferin bir şahsa değil, davaya yazılması.
  2. Kurumun itibarı: İslam devletinin, şahısların gölgesinde kalmaması.

Liderlik mi, Neferlik mi?

Burada soruyu yeniden sormak lazım: İslam’da lider olmak mı, nefer olmak mı daha değerlidir? Cevap şudur: İkisi de, ama şartıyla. Liderlik, kurumu büyütmek içinse; neferlik, davaya sadakat içinse değerlidir. Liderliği şahsi çıkar için isteyen de, neferliği kayıtsızlık olarak yaşayan da yanılır.

Halid’in örneğinde gördüğümüz neferlik, pasif bir geri çekiliş değildir. Tam tersine, en önde savaşmaya devam eden ama egosunu en arkada bırakan bir duruştur. Ebû Ubeyde’nin liderliği ise ihtişamlı bir şöhret değil, sessiz bir sorumluluktu.

Günümüze Yansıyan Dersler

Devlet Yönetiminde

Bir devlet, karizmatik liderlerle kısa vadede yükselir; ama kurumsallık olmadan uzun vadede ayakta kalamaz. Bugün birçok ülkenin en büyük zaafı, kurumların liderlerin gölgesinde kalmasıdır. İslam’ın öğrettiği model şudur: Kurum, şahıstan büyük olmalı.

Üniversitelerde

“Yıldız hocalar” bilim dünyasının gururu olabilir; fakat üniversiteyi ayakta tutan şey, kurallar, etik, şeffaflık ve kurumsal kültürdür. Halid’in neferliği burada, “ben bilimin hizmetkârıyım” diyebilen akademisyene karşılık gelir.

Şirketlerde

Bir şirkette en parlak satışçı her zaman en iyi yönetici olmayabilir. Çünkü yönetim, sadece kişisel performans değil, koordinasyon ve sürdürülebilirlik işidir. Şirketlerin büyümesi için, “kahraman çalışan” kültünden “kurumsal ekip kültürü”ne geçmeleri şarttır.

Sivil Toplumda

STK’lar çoğu kez karizmatik kurucular etrafında şekillenir. Ama yaşaması için kurallara, tüzüğe, şeffaflığa ve devir mekanizmasına ihtiyaç vardır. Halid’in neferliği, kurucunun kendini değil, davayı öne koymasıdır.

Nefis (Ego) ve Teslimiyet

İnsanın en büyük savaşı, kendi egosuyla yaptığı savaştır. Liderlik arzusu, çoğu zaman bu egonun bir tezahürüdür. Halid’in büyüklüğü, bu savaşı kendi içinde kazanmış olmasında yatar. “Ben davanın neferiyim” sözü, aslında nefsini Allah’a teslim etmiş bir ruhun haykırışıdır.

Bu teslimiyet, körü körüne boyun eğme değil; ilkeye, şûraya, kuruma ve davaya bağlılık demektir. İslam’ın liderlik ve neferlik anlayışı tam da bu noktada insanı özgürleştirir: Sen makamın esiri değil, misyonun hizmetkârısın.

Kahraman Kültü ve Toplum

Toplumlar, kahraman kültlerine meyillidir. İnsan, başarıyı bir kişiye atfetmek ister. Ama bu, uzun vadede toplumsal zaaf doğurur. Tarihte birçok millet, şahısların gölgesinde kaldığı için kurumlarını kaybetmiştir. İslam ise kahraman kültünü kırarak kurum kültürü inşa etmiştir. Bu, medeniyetin uzun ömürlü olmasının temel sebeplerindendir.

Tevhid, Tevazu, Tevekkül

Bu olayın arka planında üç ana kavram vardır:

  • Tevhid: Başarıyı birleştirmek, Allah’a izafe etmek.
  • Tevazu: Makamı şeref değil, sorumluluk bilmek.
  • Tevekkül: Sonucu kişiye değil, Allah’a ve ilkelere bağlamak.

Halid’in tavrı tevhidin, Ebû Ubeyde’nin liderliği tevazunun, Hz. Ömer’in kararı ise tevekkülün örgütsel yansımasıdır.

Sonuç: Bizde Halid’in Neferliği Var mı?

Bugün kendimize sormalıyız: Kaçımızda Halid’in ahlakı ve nefer bilinci var? Herkes baş olmak için çırpınıyor; ama “ben davanın neferiyim” diyebilen kaç kişi kaldı? Asıl büyüklük lider olmakta değil, nefer olmayı şeref bilmekte gizlidir. Çünkü kurumlar, ancak bu ahlakla ayakta kalır.

Halid’in sözünü yeniden hatırlayalım:
“Müminlerin Emiri böyle emretmişse, bunda hayır vardır. Ben İslam’ın neferiyim.”

Bugün bize düşen, bu cümleyi hayatımızın pusulası yapmaktır.

Saygılarımla

Taşkın Koçak

Kaynakça

  1. Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk (Taberî Tarihi).
  2. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye.
  3. Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğâzî.
  4. Khalid Yahya Blankinship, The Expansion of the Early Islamic State.
  5. Moshe Sharon, Black Banners from the East.
  6. Khalid Athamina, “Why Was Khalid b. al-Walid Dismissed from the Command of the Muslim Armies?” Studia Islamica, 1993.
  7. Hugh Kennedy, The Great Arab Conquests.
  8. Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir