İslamcılık Neydi, Ne Olmalı?

Bir kavram yorgun düştüğünde, onu yeniden diriltmek kelimelerle değil, vicdanla mümkündür.
“İslamcılık” da o yorgun kavramlardan biridir.
Bir zamanlar ümmetin kalbinde ahlakın sesi, dirilişin umuduydu.
Fakat zaman, bu kelimenin anlamını büyüttü ama ruhunu yordu.
Bugün artık “İslamcılık neydi?” sorusundan çok, “İslamcılık ne olmalı?” sorusu bizi çağırıyor.
Çünkü İslamcılık, yalnızca bir fikir değil; bir sorumluluk biçimi, bir vicdan terbiyesi, bir ahlak yürüyüşüdür.

Ahlakla Başlayan Bir Direniş

İslamcılık, yalnızca siyasi bir uyanışın değil, ahlakî bir dirilişin adıdır.
Doğduğu çağ, yenilginin yalnızca haritalarda değil, kalplerde yaşandığı bir dönemdi.
Topraklar birer birer kaybediliyordu; ama asıl kayıp, Müslüman insanın zihninde yaşanıyordu.
Çünkü yenilgi, coğrafyadan değil, fikirden ve inançtaki sapmadan başlamıştı.

İslam dünyası, o kırılma anında bir hakikat arayışına girdi.
Sorun Batı’nın gücü değil, Müslüman’ın kendi değerlerini ve inancının ufkunu yitirmesiydi.
Bu fark ediş, bir ideoloji doğurmadı; bir ahlak ve iman çağrısının yankısına dönüştü.

“İslamcılık”, işte bu iç muhasebenin, imanla aklın yeniden buluşma çabasının adıydı.
İlk İslamcı kuşaklar biliyordu ki, bir toplumu yeniden diriltmek için önce insanı yeniden inşa etmek gerekir.
Devleti kurtarmadan önce, insanın kalbini kurtarmak gerekiyordu.
Çünkü ahlakı çürüyen bir toplum, hangi sistemle yönetilirse yönetilsin, adalet üretemezdi.

İslamcılık, Kur’an’ın hayattan çekildiği bir dünyada, onu yeniden merkeze alma iradesiydi.
Bu irade, Peygamber’in (s.a.v.) ahlakını yeniden hatırlama çabasıydı aslında — sözüyle değil, haliyle insanı dönüştüren bir çağrının iziydi.
Ne öfkenin sloganıydı, ne de geçmişe sığınmanın nostaljisi.
Sessiz ama güçlü bir vicdanın sesiydi.
Bir çağın karanlığında, “önce ahlak” diyebilenlerin mütevazı direnişiydi bu.

2-İslamcılık, özünde bir adalet ve ufuk yürüyüşüydü.

Çünkü o, sadece zulme karşı değil, dar görüşe, kör taklide, tembelliğe ve teslimiyete karşı da bir direnişti.
Bu yürüyüş, Mehmet Akif’in ifadesiyle,

“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.”

çağrısının ete kemiğe bürünmüş hâliydi.

Akif’in bu sözü, İslamcılığın özünü anlatır:
Hakikati çağın diliyle, ahlakı çağın kalbiyle buluşturmak.
Ne geçmişin donuk tekrarı, ne de bugünün kör taklidi…
İslamcılık, Kur’an’ın evrensel sesini zamanın idrakine tercüme etme çabasıydı.

Bu yürüyüş, aynı zamanda insanın kendini yeniden inşa etme iradesiydi.
Çünkü İslamcılık, bir ideoloji değil, bir kendine dönüş hareketiydi
aklın, imanın ve vicdanın yeniden denge bulma arayışıydı.

Ancak bu ufuk, yerini dar kimliklere bıraktığında;
adalet yerini güç arayışına, tevazu yerini meşruiyet kaygısına bıraktı.
Böylece hareket, hakikatin enginliğinden koparak kimliğin dar kabuğuna çekildi.
Şimdi o ufku yeniden hatırlamanın, adaleti yeniden merkeze almanın zamanıdır.

3. Ahlakî Krizin Derinliği

Bugünün dünyasında yaşadığımız kriz, ekonomik ya da politik olmaktan çok daha derin.
Bu çağın asıl krizi, ahlak krizidir.
İşte İslamcılık, bu krizin tam merkezinde kendine bakmak zorundadır.

Artık “ahlak” kelimesi herkesin dilinde, ama neredeyse kimsenin hayatında yok.
Din dili, ahlaktan kopmuş bir söyleme dönüşmüş.
İman, davranıştan; fikir, tutumdan ayrılmış.

İnsanlar “doğru mu?” diye değil, “işime yarar mı?” diye soruyor.
Bu yalnızca bir zayıflık değil; bir iman deformasyonudur.
Çünkü iman fayda üzerinden değil, sadakat üzerinden yaşar.

Bir çağın en büyük trajedisi, yanlışta bile “doğru görünme” çabasıdır.
Oysa ahlak, görünmek değil; görünmeden doğru kalmak demektir.

İslamcılığın yorgunluğu buradan geliyor:
Doğru kalmanın değil, haklı görünmenin telaşı.
Yalan makulleştiğinde, ikiyüzlülük zarifleştiğinde, çıkarcılık normalleştiğinde;
orada iman değil, imaj doğar.
İmajın olduğu yerde hakikat ölür.

İslamcılığın yeniden anlam kazanması, bu kalp erozyonuna direnmekle mümkündür.
Bu direnç, sadece söylemle, samimiyetle, bilgiyle değil; hikmetle olur.

4. İslamcılık Ne Olmalı?

Bugünün İslamcılığı artık dünün şartlarına göre tanımlanamaz.
Dün, toprağını kaybeden ümmetin derdiydi;
bugün ise anlamını kaybeden insanlığın meselesidir.

Artık mesele “Batı’ya karşı durmak” değil,
insana yeniden duruş kazandırmak olmalıdır.
Çünkü çağın yeni sömürgesi artık toprak değil, kalptir.

Modern hayat, insanı kendi içinden koparıyor.
İnsanı görünene, hız ve tüketime mahkûm ediyor.
Fakat bu yabancılaşmanın suçunu yalnızca insana yüklemek eksiktir;
çünkü onu bu kopuşa sürükleyen, değeri unutturan düzenin kendisidir.

İnsan unuttukça kalbini, kalp unuttukça hakikati yitiriyor.
İşte bu çağda en büyük direniş, ahlakın derinliğinde saklıdır.
Ahlak, insanın hem sınırı hem de özgürlüğüdür;
onu kötülükten alıkoyar, hakikate bağlar.

Bu yüzden İslamcılığın yeniden doğuşu,
yalnızca söylem değil, ahlakî ve insani bir yeniden inşa olmalıdır.
Kökü Kur’an’da, yönü insanda olan bu inşa,
üç temel ilke üzerinde yükselmelidir:
ahlakın merkeziliği, vicdanın evrenselliği ve bilginin hikmeti.

a. Ahlakın Merkeziliği

İslamcılık, siyasetle değil, ahlakla anlam kazanan bir merkez kurmalıdır.
Çünkü ahlaktan kopan her fikir, eninde sonunda gücün hizmetkârı hâline gelir.
Ahlak, iktidarın süsü değil; onun ruhu ve denge noktasıdır.

Bir toplum teknolojiyle, ekonomiyle, hatta dinî bilgiyle gelişebilir;
ama ahlaktan uzaklaştığında, sadece hızlanır — yönünü kaybeder.
Çünkü ilerleme, ahlakla anlam bulmadıkça değerini yitirir.

Gerçek kurtuluş, sistemlerin değişiminde değil; insanın iç dönüşümündedir.
Bir Müslüman, makamla, mal varlığıyla, bilgisiyle ya da şöhretiyle değil;
ahlakıyla büyür, vicdanıyla yücelir.

Bu yüzden İslamcılık, bireyi yeniden ahlaklı bir özne hâline getirmeyi,
toplumu da bu öznenin çoğalttığı erdemler üzerine inşa etmeyi hedeflemelidir.

b. Vicdanın Evrenselliği

Gerçek İslamcılık, yalnızca bir “ümmet bilinci” değil; insanlık bilincidir.
Çünkü İslam’ın gayesi, sadece Müslümanı değil, insanı onurlandırmak,
insana yaratılışındaki değeri yeniden hatırlatmaktır.

Yeni İslamcılık, artık sınırların değil, vicdanın diliyle konuşmalıdır.
Zulme karşı dururken kimliğe değil, insana bakmalıdır.
Çünkü zalim kim olursa olsun haksızdır; mazlum kim olursa olsun hak sahibidir.
Bu ahlak, insanın yaratılışına yazılmış bir hakikattir.

Bir vicdanı onarmak, bir ülkeyi onarmaktan daha değerlidir;
çünkü vicdan onarılırsa toplum da onarılır.
İslamcılığın asıl iddiası, dünyayı değiştirmek değil, insanı dönüştürmektir.
Çünkü insan değiştiğinde, dünya da değişir;
adalet, insanın yüreğinde filizlenmeden ve zihninde kök salmadan hiçbir düzende yeşermez.

Gerçek İslamcılık, mazluma el uzatmayı bir ideoloji değil,
insan olmanın gereği olarak görür.
Vicdan, inancın en evrensel dilidir;
hangi coğrafyada, hangi dinde olursa olsun,
hakikate açık her kalp İslam’ın sesini duyar.

c. Bilginin Hikmeti

Bugün bilgi var ama hikmet kayıp.
Teknoloji ilerledi, anlam geride kaldı.
İslamcılık, bilginin yalnızca aktarımını değil, ahlakını da öğretmelidir.

Bilgi kalple buluşmazsa kibir üretir.
Oysa hakikat tevazu ister.
İslamcılık, bilgiyi yeniden emanet olarak görmeli;
bileni değil, bildiğiyle yaşayanı yüceltmelidir.

Hikmet, çağımızın en çok unutulan kelimesidir.
İslamcılığın yeniden yükselişi, bilginin hikmetle buluştuğu noktada başlayacaktır.

5. Kalpten Topluma: Dirilişin Yolu

Her medeniyet önce kalpte doğar.
Kalpler ölürse toplum da çöker.
Bu yüzden İslamcılık, önce vicdanı diriltme meselesidir.

Ahlakın dirilişi bireyde başlar, bireyden topluma yayılır.
Bir tebessüm, bir doğruluk, bir emaneti koruma bilinci…
Küçük görünür ama medeniyetin temel taşları bunlardır.

Gerçek İslamcılık, büyük sözlerle değil, sessiz doğruluklarla yaşar.
Bir insanın kalbinde hakikat varsa, o insan tek başına bir ümmettir.

Toplumu yeniden inşa edecek olanlar;
gösterişsiz ama kararlı, iddiasız ama istikametli,
kalabalıkta kaybolmadan doğru kalabilen insanlardır.

6. Yeni Çağ, Yeni Sorumluluk

Bugün İslamcılık, artık bir savunma refleksi değil,
geleceği inşa etme bilinci olmalıdır.

Dün “medeniyet yarışı” yaşanıyordu;
bugün “ahlak yarışı” yaşanıyor.
İnsanlık teknolojide büyüdü ama merhamette küçüldü.
Tam da bu yüzden İslamcılık, yeniden ahlakın sesi olmalıdır.

Bu çağın sorusu “Kim yönetiyor?” değil;
“Kim doğru kalabiliyor?” sorusudur.
Bu soruya ahlakî bir cevap veremeyen her fikir,
ne kadar görkemli görünürse görünsün, içten çürür.

İslamcılığın en büyük görevi, bu çürümenin karşısına vicdanı koymaktır.
O vicdan, yalnız Müslümanların değil; bütün insanlığın son sığınağıdır.

7. Yeniden Vicdan Olmak

İslamcılık, ne ideolojiye sığar ne de kimliğe.
O, Allah’a karşı dürüst kalma iradesidir.
Ve bu irade, ancak ahlakla yaşar.

Yeniden doğuş, söylemle değil; eylemle olur.
Bu doğuş öfkeyle değil, hikmetle;
iddia ile değil, tevazuyla;
ayrıştırarak değil, birleştirerek gerçekleşir.

Bir çağın vicdanı olmak, çoğunluğa uymamak;
hakikate sadık kalmaktır.

İslamcılığın geleceği, kalbiyle doğru kalan,
vicdanıyla düşünen, ahlakıyla yaşayan insanlardadır.

Belki sayıca azlar.
Ama her diriliş, bir avuç sahici insanla başlar.
Her medeniyet, önce ahlakla, sonra adaletle yükselir.

Bugün yeniden şu soruyu sormalıyız:

“İslamcılık hâlâ bir umut mu, yoksa sadece bir hatıra mı?”

Eğer yeniden umut olacaksa,
bu kimliklerin değil, kalplerin;
politik planların değil, vicdanların;
yüksek sloganların değil, sessiz doğrulukların başarısı olacaktır.

Çünkü İslamcılık, son tahlilde bir fikir değil,
bir kalbin Allah’a verdiği sözdür.
İşte bu söz tutulduğunda,
çağlar değişir, tarih yeniden yazılır.

Saygılarımla

Taşkın Koçak

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir