Bugün dünyanın nüfusunun dörtte biri, yani yaklaşık 2 milyar insan, Müslüman coğrafyada yaşıyor. 57 ülke… Atlas Okyanusu’ndan Pasifik kıyılarına kadar uzanan devasa bir alan… Enerji damarlarının, medeniyetlerin beşiği, ticaretin kavşak noktası… Fakat bir gerçek var: Tüm bu görkemli tabloya rağmen İslam dünyası, dünya ekonomisinin sadece %10’unu elinde tutuyor. 2024 verileriyle, küresel GSYH yaklaşık 110 trilyon dolar. 57 İslam ülkesinin toplam GSYH’si ise yaklaşık 11 trilyon dolar civarında. Yani dünyada her dört kişiden biri Müslüman ama üretilen toplam zenginliğin sadece onda biri bu coğrafyaya ait!
İşte temel mesele burada başlıyor: Nüfus büyük, gençlik dinamik, kaynak bol. Fakat üretim, inovasyon, teknoloji, sermaye birikimi ve küresel etki alanı sınırlı.
Ekonomik Büyüklükte Gerçekler ve Dağınık Tablo
Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşların 2024 yılı istatistiklerine göre, dünya GSYH sıralamasında ilk 20’ye girebilen ve 1 trilyon doları aşan Müslüman ülkeler yalnızca Türkiye, Endonezya ve Suudi Arabistan’dır. Buna karşılık, gelişmiş Batı ülkeleri ve Çin’in her biri, ekonomik büyüklük açısından İslam dünyasının tamamından daha fazla üretim gerçekleştirmektedir.
- Endonezya: 1,396 trilyon dolar (bölgenin en büyüğü ve hızla gelişiyor
- Türkiye: 1,320 trilyon dolar (sanayi, hizmet, turizm ve karma ekonomi
- Suudi Arabistan: Yaklaşık 1,238 trilyon dolar (petrol gelirine endeksli)
- İran: 450 milyar dolar (yaptırımlar nedeniyle potansiyelinin çok altında)
- Mısır, Pakistan, Nijerya: 400-450 milyar dolar bandında, fakat kişi başı gelir çok düşük
Avrupa Birliği’nin toplam GSYH’si 19-20 trilyon dolar; ABD tek başına 28 trilyon dolar; Çin 18,5 trilyon dolar.
İslam Dünyası Neden Bu Kadar Geride?
- Kaynaklar Verimli Kullanılmıyor: Petrol, gaz, maden ve doğal zenginlikler çoğu ülkede kısa vadeli refahın ve ithalata dayalı tüketimin finansörü olmuş. Katma değerli sanayi, teknoloji ve Ar-Ge yatırımı sınırlı kalmış.
- Eğitimde ve İnovasyonda Zafiyet: Üniversite sayısı ve öğrenci popülasyonu artsa da, niteliksel sıçrama, Nobel ödülleri, patent ve inovasyon sıralamalarında İslam dünyası çok geride. Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı %0,5’i dahi bulmuyor (OECD ortalaması %2,5).
- Siyasi İstikrarsızlık ve İç Çatışmalar: Ortadoğu, Afrika ve Güney Asya’da çok sayıda ülke iç karışıklık, savaş, terör veya kronik yönetim krizleriyle boğuşuyor. Bu, doğrudan yabancı yatırım, sanayi üretimi ve insan sermayesi gelişimini sekteye uğratıyor.
- Kurumsal ve Yönetişim Sorunları: Hukukun üstünlüğü, şeffaflık, yolsuzlukla mücadele, etkin devlet yönetimi alanlarında Batı ve Doğu Asya’nın çok gerisindeyiz.
- Ekonomik ve Ticari Entegrasyon Eksikliği: OIC (İslam İşbirliği Teşkilatı) ve benzeri platformlar, İslam ülkeleri arasındaki ticaretin toplam hacmi hâlâ %20 civarında. Yani Müslüman ülkeler, birbirleriyle Batı ve Çin’den daha az ticaret yapıyor.
Küresel Ticaret, Finans ve Teknolojide İslam Dünyası Nerede?
- Dünyanın en büyük 500 şirketi arasında, İslam dünyasından çok az marka firma yer alıyor.
- Fintech, Yapay Zeka, Dijital Ekonomi: ABD, AB ve Çin önde. Malezya, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri bazı atılımlar yapsa da toplam hacim sınırlı. 2024’te Unicorn start-up sayısı Müslüman coğrafyada yok denecek kadar az…
- Tarım ve Gıda : Bir çok İslam ülkesi yüksek tarımsal üretim potansiyeline rağmen verim düşük, ithalat yüksek, katma değerli üretim zayıf.
- Sanayi ve Teknoloji: Savunma sanayinde Türkiye, Endozya, Pakistan ve İran atılımda. Otomotivde Endonezya ve Malezya kısmen ileride. Ancak uçtan uca teknolojik bağımsızlık hâlâ sağlanamadı.
Nüfus Avantajı ve Demografik Gençlik – Kullanılamayan Potansiyel
İslam dünyasının en güçlü yanlarından biri genç nüfus oranı. 57 ülkede 25 yaş altı oranı %55’in üzerinde. Fakat bu potansiyel, kaliteli eğitime, girişimciliğe ve üretime dönüştürülemiyor. Niteliksiz istihdam, genç işsizliği, beyin göçü kronikleşiyor.
Ekonomik Yetersizlik, Küresel Siyasette Zayıflığa Neden Oluyor.
Ekonomi, bugünün dünyasında askeri güçten çok daha fazla anlam ifade ediyor. Bilişim, teknoloji, yapay zekâ, biyoteknoloji gibi alanlarda geride olan bir coğrafyanın, sadece “hamasi” söylemlerle veya dini kimlik birlikteliğiyle uluslararası arenada etkin olması mümkün değil. Müslüman ülkeler, uluslararası sistemde genellikle tüketici, ithalatçı, kriz coğrafyası olarak anılıyor.
Küresel siyasi karar alma süreçlerinde İslam dünyasının ağırlığı, ekonomik gücüne paralel olarak sınırlı kalıyor. Petrol ve doğal gaz kartı artık her zaman işe yaramıyor; çünkü yenilenebilir enerjiye geçiş, Batı’nın ve Asya’nın enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi, eski avantajları azaltıyor.
Çıkış Yolu: Ne Yapmalı?
Buradan çıkış var mı? Elbette var. Ama bu, hamasetle veya sloganla değil, büyük bir zihniyet ve sistem dönüşümüyle mümkün olabilir.
1. Eğitimde Reform ve İnovasyon Odaklı Yatırım
Eğitimin nicelik değil, nitelik olarak devrim geçirmesi gerekiyor. Ar-Ge’ye ayrılan payı artırmak, üniversite-sanayi iş birliğini güçlendirmek, teknik eğitim ve girişimcilik ruhunu yaygınlaştırmak şart. Özellikle STEM (bilim, teknoloji, mühendislik, matematik) alanlarında sıçrama zorunlu.
2. Siyasi ve Kurumsal Reformlar
Demokratikleşme, şeffaflık, yolsuzlukla mücadele, liyakat esaslı yönetim ve hukuk devleti kavramlarını içselleştirmek, uzun vadede ekonomik büyümeyi doğrudan destekleyecektir.
3. Katma Değerli Üretim ve Sanayileşme
Doğal kaynak gelirleri, kısa vadeli ithalat ve tüketim için değil, yüksek teknolojiye ve sanayiye yatırım için kullanılmalı. Start-up ekosistemleri, teknoloji transferi, dijitalleşme ve sanayi 4.0 projeleri desteklenmeli.
4. Bölgesel ve Küresel Ekonomik Entegrasyon
OIC, D-8 gibi platformların içi doldurulmalı; Müslüman ülkeler arası ticaret ve teknoloji paylaşımı artırılmalı. Ortak finans, enerji ve teknoloji projeleri hayata geçirilmeli.
5. Tarım ve Gıda Teknolojisinde Atılım
Verimli ve sürdürülebilir tarım politikaları, modern sulama, genetik tohum, dijital tarım teknolojileriyle üretim kapasitesi artırılmalı. Gıda güvenliği ve ihracatı öne çıkarılmalı.
6. Genç İstihdamı
Gençlerin işgücüne katılımı artırılmadan sürdürülebilir büyüme sağlanamaz. Girişimcilik desteklenmeli, iş kurma süreçleri kolaylaştırılmalı.
7. Bilgi Ekonomisi ve Dijital Dönüşüm
Veri madenciliği, yapay zekâ, e-ticaret ve blockchain gibi alanlarda öne çıkmak için kamu-özel sektör işbirliği şart.
Sonuç: Büyük Coğrafya, Büyük Nüfus, Büyük Sorumluluk!
İslam dünyası, bugünkü haliyle sadece coğrafya ve nüfus bakımından büyük; ekonomik ve teknolojik açıdan ise “potansiyel” kelimesinin esiri olmuş durumda. Eğer bu tabloyu değiştirmek, dünya sisteminde “seyirci” değil, “oyun kurucu” olmak isteniyorsa; köklü değişimler, radikal kararlar ve yeni bir “kalkınma paradigması” inşa edilmek zorunda.
Bu çağda artık petrol değil, bilgi ve teknoloji asıl güç. İslam ülkeleri ancak “kalkınma, bilgi ve üretim odaklı bir yeniden doğuş” yaşarsa, 21. yüzyılın söz sahibi aktörlerinden biri olabilir.
Taşkın Koçak
7 Temmuz 2025