İngiliz Pragmatizmi ve Bilim–Din İlişkisi: İslam Dünyası ile Karşılaştırmalı Bir Bakış

Tarih boyunca insanlık, hakikatin peşinde koştu. Kimi zaman inançla, kimi zaman akılla, kimi zaman ise bu ikisinin sarsıcı çatışmasında… Batı medeniyeti içinde özellikle İngiltere, tarihsel süreçte akıl, bilim ve dini kendi çıkarları doğrultusunda benzersiz bir pragmatizmle yoğurdu. Öyle ki İngiliz pragmatizmini anlamadan ne modern bilimi, ne Batı’nın dünya egemenliğini, ne de günümüzde süregelen din-bilim gerilimini kavrayabiliriz. Bu tabloyu, İslam dünyasının tarihsel seyrindeki kırılmalarla karşılaştırdığımızda ise ortaya çıkan fark yalnızca entelektüel bir farklılık değil; aynı zamanda kader belirleyen bir medeniyet yol ayrımıdır.

İngiliz Biliminde ve Felsefesinde Pragmatizm:

İngiliz düşüncesi, özellikle 17. yüzyıldan itibaren dini, bilimi ve hatta devlet yapısını birbirine rakip değil, gerektiğinde birbirini destekleyen, gerektiğinde ise biçimsel olarak ayrıştıran bir “fayda toplumu” mantığıyla ele aldı. Bilim insanlarının ve filozofların bir kısmı inançlarını yitirirken dahi, toplumsal düzeni ve kraliyet otoritesini zedeleyecek bir kaos istemediler; tam tersine, fikirde özgürlük ve uygulamada asgari uyum çizgisinde ilerlediler.

İngiliz kraliyet ailesinin ve Anglikan Kilisesi’nin ülkenin menfaatleri için oluşturduğu “asimilasyon ve absorbe etme” stratejisi, dogmaya başkaldıranları ya sistem dışına atmak yerine, çoğunlukla kültürel ve kurumsal hafızaya dahil etme şeklinde işledi. İngiliz toplumu, radikal değişimlerin ülke menfaatini tehdit etmemesi için hem fikirde devrimci, hem de pratikte tutucu bir denge kurdu. Dinin toplumdaki rolü, neredeyse bir ulusal kimlik unsuru haline geldi; ancak bu kimliğin içeriği bireylerin inançlarından çok, devletin istikrarı için biçimsel bir mevcudiyet taşıdı.

Bilim İnsanları ve Felsefeciler: İnançtan Kopuş ve Toplumsal Pragmatizm

  1. ve 18. yüzyıl İngiltere’sinde bilim insanları ve filozoflar arasında deizm, agnostisizm ve hatta ateizme yönelimler hız kazandı. Ancak, bu isimlerin ölümünden sonra cenazelerinin Westminster Abbey gibi ulusal hafızanın merkezlerinde, klasik Anglikan ritüeliyle defnedilmesi, İngiliz pragmatizminin somut örneğidir.

Örneğin, Isaac Newton dinin özüne ulaşmak için dogmalardan koparken, hayatının sonunda Westminster Abbey’in en görkemli köşesine, adeta bir aziz gibi gömüldü. Yüzyıllar sonra Charles Darwin –ki evrim teorisiyle teolojik dogmaların altını oyan bir bilim adamıydı– yine aynı mezarlıkta, Newton’un birkaç metre ötesine defnedildi. Sonrasında ise ünlü teorik fizikçi Stephen Hawking’in külleri, Newton ve Darwin’in arasına yerleştirildi.
İngiliz toplumu için bu büyük bilim insanlarının kişisel inançları, cenaze törenlerinde neredeyse hiç sorgulanmadı; önemli olan, ulusal kolektif kimliğe katkı sunmalarıydı.

Bu tutum yalnızca Newton ve Darwin’le sınırlı kalmadı. John Locke (empirizmin kurucusu), William Whiston (Ariusçu görüşlerin savunucusu), Samuel Clarke (rasyonalist teolog), Joseph Priestley (kimyacı ve Unitarian) gibi pek çok isim de gerek eserlerinde gerekse özel hayatlarında dogmadan uzaklaştılar; fakat toplumdan tamamen kopmadılar. Çoğu, bir yandan dine mesafeli bir pozisyon alırken, bir yandan da kraliyet ve toplumun çizdiği biçimsel ritüellere riayet etmekte beis görmediler.

İngiliz Kraliyetinin Menfaat Odaklı Tutumu

İngiltere’de kraliyet ailesi ve devlet aygıtı, dini de, bilimi de, ulusal menfaat için asimile eden bir yapıya sahipti. Kraliyet, toplumsal birliği ve siyasi istikrarı tehdit eden radikal dinî kopuşları, kişisel düzeyde görmezden gelerek, ulusal hafızada bu isimlere yer verdi. Çünkü asıl önemli olan, o şahsiyetlerin İngiliz bilim ve düşünce mirasına katkısıydı.
Bunun örnekleri yalnızca bilim dünyasında değil, edebiyatta, siyasette ve sanatta da görülebilir.

Bu yaklaşım, Batı’da laikliğin asıl anlamını da şekillendirdi: Devlet, dini elden bırakmaz; ama bireyin inancını, sorgulamasını ve hatta reddini ulusal menfaatin önüne geçirmedikçe tolere eder. Böylece ortaya hem radikal özgürlüğün, hem de kurumsal devamlılığın çarpıcı bir sentezi çıkar.

Bilim–Din İlişkisinde Toplumsal Çelişki ve Kolektif Hafıza

İngiliz pragmatizminin en ilginç yönlerinden biri de, dinden kopmuş hatta inançsız olan bilim insanlarının cenazelerinde dini ritüellerin aynen uygulanmasıdır. Newton’un, Darwin’in, Hawking’in ve pek çoklarının mezarları, Westminster Abbey’de Anglikan ritüelleriyle ziyaret edilir.
Çünkü İngiliz toplumu için bu şahsiyetlerin “kişisel inançları” ulusal hafızadan silinmiştir; onlar artık İngiliz kolektif bilincinin “azizleri”dir.

Pragmatik akıl burada devrededir: Kişisel inançlar toplumsal çıkarı tehdit etmediği sürece makul ölçüde göz ardı edilir, hatta yok sayılır. Asıl amaç, ulusun ilerlemesine katkı sunan herkesin tarihsel hafızada onurlandırılmasıdır.

İslam Dünyasında Bilim ve Din: Yüzyıllık Kopuş

Şimdi aynı tabloya İslam dünyasından bakalım. İslam medeniyeti, ilk dönemlerinde bilim ve din arasında dinamik ve yaratıcı bir birliktelik kurdu. İbn Sînâ, Fârâbî, İbn Rüşd, Birûnî, Râzî gibi büyük isimler, aklı ve gözlemi, vahyin rehberliğinde yorumladılar. Ancak zamanla dini otoritenin giderek güçlenmesi, aklı ve bilimi baskı altına aldı. Bilim insanları çoğu zaman tekfir edildi, marjinalleştirildi ya da siyasi otoritenin gözünden uzak durmaya mecbur kaldı.

İslam dünyasında ne yazık ki, “din” toplumsal kimliğin ve siyasal otoritenin asli taşıyıcısı oldu; bilimsel düşünce ise ya desteklenmedi, ya da ancak dinin mutlak doğrularına uygunluk ölçüsünde “meşru” görüldü. Böylece bilim insanları ya tamamen sistem dışına itildi ya da iç dünyalarında yaşadıkları tereddütleri açıkça ifade edemediler. Oysa Batı’da olduğu gibi, en azından bir “pragmatik tolerans” ortamı bile, İslam medeniyetinde çok sınırlı ve istisnai kaldı.

Medeniyetler Arası Farkın Kökü: Entelektüel ve Toplumsal Tutarlılık

Batı’da, özellikle İngiltere’de bilim insanlarının bireysel inançlarından bağımsız olarak kolektif hafızaya dahil edilmesi, ülkenin menfaatini önceleyen bir devlet aklının ürünüdür. Bu, hem özgürlüğü hem de pragmatizmi temel alan bir akıl yürütmedir.
İslam dünyasında ise, inanç ve bilim arasındaki sınır belirginleştikçe toplumsal bütünlük yara aldı, bilim insanları ise tarihin kenarında unutulmaya yüz tuttu.

Bu yüzden bugün Batı, bilimsel ilerlemede ve düşünce üretiminde öndeyse; bunda yalnızca teknoloji, finans ya da politik akıl değil, aynı zamanda bu pragmatik yaklaşımın, entelektüel cesareti ve toplumsal uzlaşıyı harmanlamasının da büyük payı vardır.

Sonuç:

İngiliz pragmatizmi, bilim ve dini, toplumun faydasını ve devamlılığını gözeten bir sentez içinde ele alırken, İslam dünyası gelenek ve inanç merkezli bir çizgide ilerledi. Batı’da devlet aklı ve toplumsal hafıza, bireysel inançlardan çok ulusal menfaati önceledi. Bu sayede Newton, Darwin, Hawking gibi isimler, kişisel inançları ne olursa olsun kolektif hafızanın “azizleri” oldular.
İslam dünyasında ise, bilim insanlarının inançla aralarındaki mesafe onları ya tamamen sistem dışına itti ya da fikirlerini gizlemeye zorladı.

Bugün İslam toplumlarının önünde, geçmişin bu çıkmazlarından ders çıkararak, bilimde ve düşüncede özgürlüğün ve çoğulculuğun önünü açan yeni bir entelektüel atmosfer inşa etme sorumluluğu vardır. Çünkü insanlık tarihinin gösterdiği gibi: Hakikate giden yol, çoğu zaman hikmetini sorgulamak ve toplumsal menfaati bireysel farklılıkların önüne koyabilmekten geçer.

Taşkın Koçak

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir