Geçmişin geleceği olan bugüne; bir hikâye ile 200 yıl önceden bakarak başlayalım. Yıl 1820. İstanbul Fatih’te bir kahvehanede geleceğe dair konuşulanlar ve yaşananlar.
Alparslan ismindeki genç, her zaman gittiği kahvehaneye yine gider, kendisini gören kahvehane müdavimleri:
- Deli oğlan gel bakalım, bugün yine bize ne anlatacaksın, derler ve gülüşerek gence takılmaya başlarlar.
Onları tebessümle karşılayan Alparslan, “geleceğe dair çok güzel şeyler söyleyeceğim” der.
Sonra şaşırtacak meselleri anlatmaya başlar. Dinleyenlerin alaycı bakışları arasında Alparslan der ki; “Bir gün insanlar, aylarca süren hac yolculuğunu, 3 veya 4 saatlik bir sürede tamamlayacak.”
Aniden yaşlı biri seslenir, “Oğlum bırak şu saçmalığı! Yine mi başladın, nasıl olacakmış bu?” der.
“Amca, evet bir gün öyle olacak. İnsanlar saatler içerisinde bu yolculuğu tamamlayacaklar. Bu seyahati tayyare denilen kuş gibi uçan büyük bir makine ile yapacaklar. O tayyareye yüzlerce insan binecek” der ve kendince aracı kuşa benzeterek anlatmaya çalışır. Kahvehanede bulunanlar tekrar gülüşmeye başlarlar ”evet deli oğlan daha başka neler olacak?”
Alparslan konuşmaya devam eder. “Kendi kendine giden devasa büyük gemiler olacak. Yelkensiz ve küreksiz. Onlar şu anki gemilerden çok çok büyük olacaklar.”
Kahvehanedekiler şaşkın bir şekilde yine gülmeye devam ederler.
Alparslan konuşmasını sürdürür:
“Birçok katarlardan oluşan ve birbirine bağlanan uzunca bir taşıt olacak. Bu taşıt bir birine bağlamış demirlerin üzerinde kayarak gidecek ve bu da yüzlerce insanı taşıyacak. Bu katarları çeken bir makine olacak. Yani at ve öküz arabası gibi değil. Kendiliğinden çalışan ve tekerleklerini kendisi döndüren bir araç olacak.”
Bir başkası, “İyi de o arabayı kim, ne çekecek? Önünde ne olacak?” diye sorarlar..
Alparslan “Yok amca, ne atı ne de öküzü olacak, kendisi gidecek.” der.
Alparslan devamla der ki, “Bir gün insanlar en uzak yerdeki biriyle, mesela buradan Halep ile anında konuşabilecek. Hatta yüz yüze görüşebilecek.”
Müdavimlerden biri yine araya girer: “Peki, bu nasıl olacak?”
Alparslan kahvehanede bulunan berberin aynasını göstererek, “İşte ben bu aynaya baktığımda nasıl ki kendimi görüyorsam, o zaman karşıma Halep’teki kişi çıkacak” der.
Ardından yine gülüşmeler başlar. “İlahi deli oğlan, sen olmasan bizi kim eğlendirir” derler ve şaka ile karışık gülüşmeler tekrar başlar.
Bu defa başka biri der ki “Yavrum yeter. Bu şeyler sana ne kazandırıyor? Boş işler ile uğraşma. Hem sen bunları nerden çıkarıyorsun, nerden aklına bütün bunlar geliyor?”
Alparslan, “Emmi ben hep hayal ederim, daha çok hayallerim var. Size daha neler neler anlatırım” der.
Kahvehanedekiler, “Aman deli oğlan, sakın ola kafayı yemeyesin” deyince, Alparslan cevaplar: “Ama emmi bir gün bunlar olacak. Hani ben söyleyeyim size diyorum.”
Kahvehanedekiler, “Yok, oğul sen böyle şeyleri bırak. Bunlar olamaz, sen aklını kaçırmışsın” derler.
Alparslan’ın o gün söyledikleri şeyler bugün fazlası ile gerçekleşti. Hatta çok daha ileri gitti. Eğer biz 1820 yılından bir şahsı, şu anki zamanımıza getirsek, adamcağız ne yapardı? Etrafına baktığında yüksek binaları, uçakları, gemileri, arabaları, bilgisayarları, cep telefonlarını vs. birçok yenilikleri görür, şaşkınlıktan nutku kurur, şok olur ve vurgun yemiş gibi olurdu. Bütün bu gelişimler geçmiş zamanlardaki insanlar için hayal bile edilemeyecek şeylerdi. Ama birileri bunları hayal etti ve gerçekleştirdi. Yalnız o birileri bizler değiliz. Yani İslam Dünyası değil. Bütün bunlar batı medeniyetinin ürünleri. Bunu derken, aşağılık kompleksine girmek veya İslam medeniyetini küçümsemek anlamında zikretmiyorum. Sadece çalışmayan, üretmeyen, sanayi ve teknolojiye yeterince ehemmiyet vermeyen bir İslam Dünyası olduğunu belirtmek istiyorum.
Bizler şimdi bu keşif ve icat edilen taşıtların ve araçların hepsini kullanıyoruz, faydalanıyoruz ve konforunu yaşıyoruz. Aynı zamanda bu yenilikler birçoğumuzun rızkına da vesile olmaktadır. Peki, insanlığın gelecek hayalleri devam edecek mi? Eelbette ki edecek ve nereye gideceğini kestirmek te mümkün değil. İnsanlık şu an gelişimin zirvesinde ve ciddi ivme kazanmış durumdadır. Hikâyemizin kahramanı Alparslan’ın çağında bahsettiğimiz yenilikleri akla uydurmak o kadar da mümkün değildi. Fakat bugün herhangi bir kişiye geleceğe dair bir araç, gereç veya bir yenilikten söz ettiğinizde, o kişinin tepkisi şaşkınca ve alaycı olmuyor.. “Vay be. Daha neler neler göreceğiz” deniliyor. Çünkü insanlık o kadar geniş yelpazede yeniliklerle tanıştı ki, ilk tepkileri anlatılanı anlamaya yönelik oluyor. Geçmişte izlediğimiz uzay ve bilim kurgu filmlerinde bizi hayretler içerisinde bırakan sahnelerdeki birçok nesneler, bugün hayata geçti ve daha fazlası ile karşılaştık.
Peki, hikâyemizdeki icatlar kimler tarafından ne zaman bulundu ve bizler, onlar ile ne zaman tanıştık?
Uçak: 1903 yılında Wright kardeşler tarafından icat edildi o günden bugüne uçak teknolojisi tasarımı ve modelleri hızla gelişti. Osmanlı devleti 1912 yılında uçak ile tanıştı.
Buharlı yolcu gemisi: 1807 yılında Amerikalı mühendis Robert Fulton tarafından tasarımı yapıldı ve Charles Brown tarafından inşa edildi. Osmanlı ilk 1828 yılında İngiltere’den aldığı buharlı yolcu gemisi ile tanıştı.
Otomobil: 1769 yılında Nicolas Cugnot tarafından buharlı olarak icat edilen ve kısıtlı imkânlara sahip olan otomobili, 1885 yılında Karl Benz tarafından daha donanımlı ve kullanılabilir bir araç haline getirildi. Günümüzde ise artık otonom araçlar dönemi başlamıştır. Osmanlı 1888 ile 1895 yılları arasında otomobiller ile tanıştı ve1905 yılından sonra ise otomobiller sıklıkla İstanbul yollarında görülmeye başlandı.
Telefon: 1875 yılında Alexander GrahamBell tarafından icat edildi. O günden bugüne çok büyük ivme kazanan bu teknoloji artık hepimizin 24 saat yanında ve tüm işlerimizi hemen hemen onunla yapar hale geldik. Onsuz bir an bile duramaz olduk. Osmanlı devleti 1881 yılında telefon ile tanıştı, 1909 yılında ise 50 abonelik ilk santral, Sirkeci’de bulunan büyük postanede hizmete girdi.
Yıllar önce rahmetli dedemin arkadaşı ile karşılaşmıştım.
Kendisi ile hoş bir sohbetin ardından günümüzün ve geçmişin olanaklarını değerlendirdiğimizde bana dedi ki:
-Köyümüze ilk otomobil geldiğinde çocuktum. Yaşlı amcalar saçlarını ve sakallarını yolmaya başladılar. Dediler ki “Aman Allah’ım! Hele gelin bakın bu nasıl araba? Önde çeken ne atı, ne de öküzü var. Kıyamet kopacak” demeye başladılar. Şaşkın şaşkın arabanın etrafında dolaşıyorlar dokunmaya korkuyorlardı.
Bir örnek te kendimden vereyim. İş adamı olduğum için sık sık uçak seyahatlerim oluyor. Sabah havalimanına aracımı bırakıp, uçağa binip Kıbrıs’a giderim. Birkaç şehirde dolaşarak akşama kadar birçok iş görüşmelerini yapar, sonrasında dostlar ile bir araya gelip hoşça vakit geçiririm. Akşam saat 20:30’da ise İstanbul’daki evimde olurum. Çoğu zaman bu yolculuklarda geçmiş ile günümüzün ulaşım imkânlarını mukayese eder ve düşünürüm. Eğer 200 yıl önce böyle bir seyahati at ile yapsaydım o zamanki zorlu yol şartları, hava durumu ve konaklama zamanım dâhil gidiş-dönüş sürem tahminen 20-25 gün olacaktı.
Hayatımıza giren birçok gelişmenin faydalı yanları olduğu kadar, olumsuz yanları da elbette var. Endüstri ve teknolojinin gelişmesi ile, yeni iş alanları açıldı. Bu durum insanların yoğun bir şekilde büyük şehirlere yerleşmesine sebep oldu. Mega şehirler büyüdükçe büyüdü, sonunda insanlık yalnızlaşarak, sosyal yapısını ve dokusunu kaybetti. Yukarıda da belirtiğim gibi bütün bu gelişmeler bizim dışımızda batı dünyasında icat edildi ve şekillendi. Bizler ise bunların ya operatörü ya da kullanıcısı olduk. Tabii ki ülkemiz sanayi ve teknoloji alanında hayli mesafe aldı ama, yine de yetersiz.
Düşünen, üreten, yeniliklere açık ve dinamik, ama kendi değerlerine bağlı bir toplum olma dileği ve temennisiyle…
Haftaya gelecek ile ilgili farklı bir başlıkla devam edeceğiz inşallah.
Bayramların Hakiki Bayram Olması Temennisiyle Bayramınızı Tebrik Ederim.
1 Comment
Hocam emeğinize sağlık.