Evrimden Transhümanizme: Darwin–Thomas Huxley–Julian Huxley Zincirinde Dönüşen İnsan

İnsan, tarihin hiçbir döneminde olduğu kadar kendi sınırlarını sorgulamadı; kendi varlığı üzerinde böylesine radikal tasarruflar yapmak için cesur davranmadı. Transhümanizm tam da bu cesaretin, bu sınır tanımazlığın modern ismi. Lakin, bu kavramın tohumları bugünün laboratuvarlarında ya da teknoloji devlerinin AR-GE merkezlerinde atılmadı. Onun kökü 19. yüzyıl İngiliz biyolojisinin derinliklerinde, insanın doğa ile ilişkisini sarsan büyük sarsıntının yaşandığı o dönemde filizlendi. Charles Darwin, Thomas Henry Huxley ve Julian Huxley… Üç nesil, üç dev akıl, insanı doğal bir varlık olmaktan çıkarıp, kendi kendini yeniden biçimlendiren, hatta “yeniden tasarlayan” bir varlık hâline getirmenin düşünsel zeminini inşa ettiler.

Bugün transhümanizmin “felsefesi” olarak gördüğümüz o çağrının, aslında çok daha derin ve köklü bir zihinsel dönüşümün sonucu olduğunu anlamak gerekiyor. Tarih bize hep şunu gösterdi ki insan; doğasını, kaderini ve geleceğini asla olduğu gibi bırakmak istemeyen bir varlık.

Charles Darwin: Kutsal Sabitliğe Meydan Okuyan Bilim Adamı

Darwin’in “Türlerin Kökeni” (1859) ile başlattığı akım, bir anlamda insanlığın kendiyle yüzleşmesi demektir. Onun “doğal seçilim” ilkesi, insanın ve tüm canlıların değişebilir, evrimleşebilir varlıklar olduğunu ortaya koyarken, Tanrı’nın sabit yarattığı varlıklar fikrini temelden sarstı. Darwin’in en radikal mirası şudur: İnsan, hayvanlar âleminin bir devamıdır; ayrıcalıklı ve kutsal bir tür değil, doğanın sürekli değişen zincirinin bir halkasıdır.

Bu noktada transhümanizmin en derin felsefi damarının da Darwin’le birlikte akmaya başladığını söylemek abartı değildir. Çünkü o, “insan doğası değişmez” olgusuna karşı çıkarken, insanın kendi doğasına ileride bilinçli müdahalelerde bulunmasının da entelektüel kapısını aralamıştır. Artık insan, yalnızca evrimin pasif nesnesi değil; evrimi kavrayabilen, kendi geleceğini yeniden yazma potansiyeline sahip bir öznedir.

Thomas Henry Huxley: Bilimin Ahlaki ve Toplumsal İnşası

Darwin’in çağdaşı ve mücadele arkadaşı olan Thomas Huxley, yalnızca evrim teorisinin “buldozeri” değil; aynı zamanda bilimin toplumsal rolünü dönüştüren bir düşünürdür. Onun için evrim, biyolojik olduğu kadar ahlaki ve toplumsal bir gelişim sürecidir. Huxley, insan aklını evrimin en üstün ürünü olarak görür ve bu nedenle insanın ancak eğitimle, bilimle ve ahlakla “doğanın karanlık mirasından” kurtulabileceğini iddia eder.

İşte bu nokta, transhümanist vizyonun ikinci aşamasıdır: Doğanın rastlantısal süreçleri yetersizdir; insan, artık evrimini akıl ve bilimle yönlendirmek zorundadır. Huxley’in bilimi, insanı dönüştürmenin aracı olarak yeniden tanımlaması, “doğal evrimden bilinçli evrime” geçişin hem felsefi hem de ahlaki altyapısını kurar. Onun etkisiyle bilim, salt bilgi değil, insanı yeniden inşa etmenin, etik bir sorumluluk yüklemenin yolu haline gelmiştir.

Julian Huxley: Transhümanizmin Manifestosu

Darwin ve Thomas Huxley’in mirasını devralan Julian Huxley ise, artık insanlığın kendi evrimini bilinçli ve planlı biçimde yönlendirmesi gerektiğini açıkça ilan eden ilk bilim insanıdır. 1957’de “transhumanism” terimini ortaya atan Julian Huxley, insanın evrimsel geleceğini, doğanın inisiyatifinden çıkarıp insan iradesine teslim etmiştir.

Julian Huxley’e göre insanlık, doğal evrimin pasif nesnesi olmaktan çıkmalı, teknolojinin imkânlarını kullanarak “kendi kaderinin öznesi” haline gelmelidir. Genetik mühendisliği, yapay zekâ, nöroteknoloji, yaşam uzatma bilimleri… Bunların tümü, insanın kendi evrimini hızlandırmak, biyolojik sınırlarını aşmak ve daha uzun, sağlıklı, zeki ve etik bir yaşam kurmak için kullanılmalıdır. Huxley’in transhümanizmi salt teknik bir süreç değil; aynı zamanda bir ahlak, bir kültür ve bir insanlık vizyonudur. O, insana hem “bilimsel” hem “etik” bir dönüşüm projesi sunar.

Düşünsel Zincirin Evrimsel Sürekliliği

Darwin: “İnsan sabit değildir, evrimleşir.”
Thomas Huxley: “İnsan bu evrimi akıl ve bilimle yönlendirmelidir.”
Julian Huxley: “İnsan artık kendi evrimini bilinçli olarak yapmalıdır.”

Bu zincir, insanı ilk defa yalnızca biyolojik bir varlık değil, aynı zamanda bir “teknoloji projesi” haline getiren tarihsel sıçramanın haritasıdır. Bugün transhümanizm; genetikten yapay zekâya, nöroteknolojiden uzay biyolojisine kadar uzanan tüm insan-dışılaştırıcı projelerin entelektüel ve etik temelini buradan alır.

Ama hikâye elbette yalnızca bu üç İngiliz dahininin etrafında dönmüyor. Transhümanizmin bugünkü küresel felsefi ve bilimsel platformunda sayısız isim var.

Transhümanizme Katkıda Bulunan Diğer Öncü İsimler

  • Max More: Modern transhümanist hareketin teorisyenlerinden. “Transhumanism” kavramını 1990’larda yeniden çerçeveleyerek, ölümsüzlük ve radikal insan gelişimi için “pratik bir felsefe” geliştirdi.
  • Nick Bostrom: Felsefi transhümanizmin ve Oxford Üniversitesi’ndeki Future of Humanity Institute’un öncüsü. Süper zekâ, insan sonrası etik, varoluşsal riskler üzerine derinlemesine analizleriyle tanınıyor.
  • Ray Kurzweil: Teknoloji ve insan birleşimini, yapay zekâ ile biyolojinin kaynaşmasını savunan çağımızın önemli vizyonerlerinden. “Tekillik” kavramını popülerleştirdi.
  • Aubrey de Grey: Yaşlanmayı bir hastalık olarak tanımlayan ve ölümsüzlük için biyoteknolojik devrimi hedefleyen “SENS Research Foundation” kurucusu.
  • Hans Moravec: Yapay zekâ ve bilinç transferi konularındaki çalışmalarıyla tanınıyor; zihnin makineye aktarılmasını savunuyor.

Bu isimler, Julian Huxley’in vizyonunu 21. yüzyılın bilimsel ve felsefi koşullarına taşırken, transhümanizmin artık Batı ile sınırlı bir düşünce olmadığını da kanıtlıyor. Hareket, ABD’den Japonya’ya, Avrupa’dan Çin’e, yeni bir “insan sonrası” tahayyülüne evrildi.

Sonuç: İnsan Ne Olacak?

Transhümanizm; Darwin ile başlayan, Thomas Huxley ile ahlaki ve toplumsal bir temele oturan, Julian Huxley ile ise bir programa ve vizyona dönüşen; nihayet günümüzde küresel bir harekete evrilen büyük bir insanlık serüvenidir. Bugün genetik mühendisliğinden robotiğe, yapay zekâdan uzay biyolojisine kadar insanı dönüştürmeyi hedefleyen tüm projeler, bu uzun düşünsel zincirin modern halkalarını oluşturuyor. Artık transhümanizm bir ütopya değil; 2040’lardan itibaren insanlığın gerçekliği olacak. İnsan, belki de ilk kez kendi türünün “kaderini, kendi aklı” ve teknolojisiyle yeniden yazmanın eşiğine geldi.

Transhümanizme giden yoldaki bilim insanlarının farklı bakış açılarını ortaya koyduk. Peki, bir Müslüman olarak bu süreci nasıl değerlendirmeliyiz? Transhümanizmin insanı dönüştürme arzusunu dikkatle takip ederken, insanı daima ilahi hikmet ve sınırlar çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Eğer bu dönüşüm insanlığın kaçınılmaz kaderiyse, bununla yaşamak ve ona İslami bir perspektif kazandırmak zorunludur. Teknolojik gelişmelerle temas etmek, ancak fıtratımızı, etik ilkelerimizi ve insan olmanın özünü kaybetmeden mümkündür. Müslüman kimliğinin asıl sorumluluğu ise, her türlü dönüşümde adalet, hikmet ve merhamet ilkelerini gözetmek; insanı Allah’ın emaneti olarak görmeye devam etmektir. Bu akışa ne ölçüde dahil olacağımızı ise kendi değerlerimize, irfanımıza ve bilinçli duruşumuza olan bağlılığımız belirleyecektir.

Hakk şerleri hayr eyler. Zannetme ki gayr eyler. Ârif ânı seyr eyler. Mevlâ görelim n’eyler. N’eylerse güzel eyler.

Taşkın Koçak

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir