Dünya savunma tarihinde bazı adımlar vardır; yalnızca bir ürün ortaya çıkarmaz, bir çağın dili olur. Kızılelma böyle bir adımdır. Onu sadece “insansız savaş uçağı” diye tarif etmek, denizi bir bardak su sanmak gibi eksik kalır. Kızılelma, gökyüzünün geleceğini yeniden kuran bir akıl sıçramasıdır. Bu sıçrama, başkalarının izinden yürümekle değil, iz bırakmakla ilgilidir.
Batı’nın elinde büyük bir teknoloji birikimi var. Bu birikimi hafife almak, sahayı yanlış okumaktır. Onlar yıllardır aynı kulvarda koşuyor; patentleriyle, üretim kabiliyetleriyle, finansman ağlarıyla, standartlarıyla bu alanı bir kale gibi tahkim ediyorlar. Böyle bir kaleye, onların kullandığı merdivenlerle tırmanmaya kalkmak, hem zaman kaybı hem kaynak kaybıdır. Çünkü o kalenin duvarları, kopyalamaya çalışanı yorar; önüne geçmek isteyeniyse ödüllendirir. Türkiye’nin yapması gereken, aynı sınıfta yarışmak değil; sınıfı değiştirmektir.
Rahmetli Erbakan Hocamızın savunma vizyonu tam da bunun karşılığıdır. “Onların kırk uçak gemisi varsa, kırk birincisini yapma yarışına girmeye gerek yok; o gemiden kalkan füzeyi havada ele geçirip geri döndürüp geminin üzerinde patlatıyorsan, işte başarı budur” derken bir strateji tarif ediyordu. Yani rakibin gücünü kopyalayarak değil, rakibin gücünü boşa çıkaran yeni bir güç inşa ederek üstünlük kurmak… Kızılelma bu stratejinin gökteki karşılığıdır.
Bugün F-35 gibi platformlar üzerinden yürütülen tartışmalar, ister istemez bizi Batı’nın kurduğu masaya oturtur. Masada kurallar bellidir: teknoloji standardı, savaş doktrini, maliyet düzeni, iş bölümü, bağımlılık ilişkisi… O masada güçlenmek, onların çizdiği sınırların içinde “iyi oyuncu” olmaktır. Oysa Türkiye’nin meselesi “iyi oyuncu olmak” değildir; “oyunu yeniden yazmak”tır. Kızılelma, işte bu yeniden yazımın ilk cümlesidir.
İnsanlı savaş uçağı doktrini, yirminci yüzyılın büyük başarılarından biridir. Ancak bu doktrin, pilotun sınırlarıyla çizilmiş görünmez bir çemberin içindedir. Pilotun dayanıklılığı, g-kuvveti toleransı, reaksiyon hızı, risk alma eşiği, eğitim süresi, lojistik maliyeti… Ne kadar teknoloji eklenirse eklensin, o çemberin dışına çıkmak kolay değildir. Kızılelma bu çemberi kırar. Çünkü gökteki karar mekanizmasını etten kemikten bir bedenden çıkarıp yapay zekâ yoğunluğuna taşır. Böylece uçan şey yalnızca bir metal gövde değil; uçan şey bir akıl olur.
Bu akıl ne demektir? Gerçek zamanlı hedef tanıma, ortam analizi, elektronik harp altında görev sürdürebilme, adaptif rota seçimi, anlık tehdide karşı refleks üretme, sürü koordinasyonu, görev paylaşımı… Bunların her biri tek başına kıymetlidir; hepsi bir araya geldiğinde ise yeni bir doktrin doğar. Artık gökyüzünde tek bir kuş yoktur; birlikte düşünen bir sürü vardır. Karar, tek bir beynin hızıyla değil, bir ağın toplam zekâsıyla üretilir. Bu, savaşın ritmini değiştirir. Ritmi değişen savaşta üstünlük de el değiştirir.
TOGG örneği burada bize güçlü bir pusula verir. Türkiye otomotivde içten yanmalı motor yarışına sıfırdan girseydi, yüz yıllık birikimin arkasından yıllarca koşardı. Patent duvarları, yüksek maliyet ve zaman kaybı, bizi hep geriden gelen bir oyuncuya çevirirdi. Ne yaptık? Elektrikli araçla üst sınıfa çıktık. Dünya hangi yöne dönüyorsa, biz o yönü erkenden tuttuk. Kızılelma da savunmada aynı atlayıştır. Türkiye, “onların uçağına yetişelim” dili yerine “uçağı yeni baştan tarif edelim” diline geçti. Bu dil bir kez kuruldu mu, gerisi ekosistemdir.
Kızılelma’nın etrafında doğan ekosistem, savunma sanayii için bir omurga işlevi görür. Yapay zekâ motorları, sensör füzyonu, yerli radarlar, elektro-optik sistemler, veri linkleri, uydu haberleşmesi, siber güvenlik katmanları, elektronik taarruz-savunma çözümleri, gömülü yazılım mimarileri… Bunların her biri ayrı bir sanayidir. Kızılelma bu sanayileri aynı hedefte toplar. Omurga kurulduğunda kas da büyür, damar da büyür, sinir de büyür. Yani Kızılelma bir ürün doğurmaz; bir gelecek dili doğurur.
Bu dilin en kritik cümlesi “otonomi”dir. Otonomi, yalnızca uçağın kendi kendine uçması demek değildir. Otonomi, uçağın sahayı okuması, karar üretmesi, görevi yeniden şekillendirmesi, gerektiğinde geri çekilmesi, gerektiğinde taarruzu derinleştirmesi demektir. Böyle bir platform, insanlı uçakların giremediği riskli alanlarda görev yüklenir. İnsanlı platformların “pilot kaybı” kaygısıyla durduğu kapıyı, otonom platform sonuna kadar açar. Bu, karar vericinin önüne daha geniş bir manevra alanı koyar. Strateji masasında eli güçlendirir.
Daha da önemlisi, Kızılelma hava savaşını tek katmanlı bir arena olmaktan çıkarır. Artık savaş, hava-kara-deniz-uzay-siber sahalarının birleştiği bir bütünleşik mimaridir. Kızılelma bu mimarinin gökteki zekâ düğümüdür. Yer unsurlarıyla konuşur, deniz unsurlarından veri alır, uydularla beslenir, siber tehditleri anlık görür, elektronik harp altında kendini yeniden konumlar. Böylece yalnızca “vuran bir platform” değil, “komuta siniri” hâline gelir. Komuta siniri güçlü olan, sahayı kontrol eder.
Batı’nın esas tedirginliği de burada başlar. Çünkü Batı klasik teknolojilerde ezber büyütür. Ezber sürdüğü müddetçe üstünlük sürer. Ezber bozulduğunda üstünlük çöker. Kızılelma, o ezberi bozan çizgidir. F-35’i merkezde tutan her tartışma Batı’nın ezberini büyütür. Kızılelma’yı merkezde tutan tartışma ise ezberi dağıtır. Türkiye’nin özgün gücü, tam da bu dağıtımın içindedir.
Bu noktada şunu açık söylemek gerekir: Geleceğin savaşlarını metal değil, akıl belirler. Akıl yoğunluğu yüksek olan taraf, sahada bir adım değil on adım öne geçer. Kızılelma’nın taşıdığı yapay zekâ kabiliyeti, bu akıl yoğunluğunun gökteki ölçüsüdür. Bir platformun kıymeti artık hızla, manevrayla, mühimmat sayısıyla ölçülmüyor yalnızca; veri toplama kapasitesiyle, veriyi işleme hızıyla, karar kalitesiyle ölçülüyor. Kızılelma bu yeni ölçüye göre tasarlanmış bir güçtür. Yani bugünün değil, yarının diliyle konuşur.
Elbette bu vizyon tek bir platformla tamamlanmaz. Kızılelma bir başlangıçtır; devamı daha büyük bir yürüyüştür. Otonominin derinleşmesi, sürü zekâsının olgunlaşması, yerli motor ve sensör kabiliyetlerinin artması, hava-uzay entegrasyonunun güçlenmesi, yapay zekânın etik ve güvenlik katmanlarının sağlamlaştırılması… Bunlar aynı stratejinin parçalarıdır. Burada devlet aklı ile sanayi aklının tam uyumu gerekir. Üniversite, özel sektör, savunma kurumları, genç mühendisler, tecrübeli ustalar; hepsi aynı hedefe bakar. Hedefe aynı gözle bakıldığında yol kısalır.
Kızılelma’nın bir başka kıymeti de psikolojik üstünlük üretmesidir. Savunmada söz sahibi olmak, yalnızca silah üretmekle değil, zihinde üstünlük kurmakla olur. Bir ülke göğe yeni bir doktrin yazdığı an, rakipleri sadece teknolojik değil zihinsel bir sarsıntı yaşar. “Onların standartlarıyla yarışan Türkiye” değil, “standart kuran Türkiye” gerçeği ortaya çıkar. Bu gerçek, masadaki dengeleri değiştirir. Dostun güvenini artırır, hasmın hesabını bozar.
Son söz şudur: Türkiye’nin yolu, başkalarının çizdiği haritalara sığmaz. Biz kırk birinci uçak gemisini yapma yarışında değiliz. Biz, o gemiden kalkan füzeyi havada tersine çeviren aklı üretme yarışındayız. Kızılelma bu aklın gökteki adıdır. Göğe bu akıl yerleştiğinde, sadece bir platform kazanmış olmayız; bir çağ kazanırız.
Saygılarımla
Taşkın Koçak