I. Yeni Dönemin Eşiğinde: Türkiye-Suriye İttifakı
2025’in ikinci yarısında Orta Doğu’da taşlar bir kez daha yerinden oynuyor. Suriye yönetimi Ahmet el-Şara’nın liderliğinde, on yıllık bir yıkımın ardından küllerinden yeniden doğarken; Ankara ile Şam arasında “stratejik güvenlik iş birliği” anlaşması imzalanıyor. Sınırlar açılıyor, ekonomik iş birliği projeleri ve teröre karşı ortak operasyonlar başlatılıyor. Türkiye, kendi sınır güvenliği ve bölgesel istikrar için Suriye’de aktif bir partner buluyor; Suriye ise yeniden inşa ve uluslararası meşruiyet için Türkiye’nin desteğini arkasına alıyor. Bu gelişmeler, İsrail’de ve onu kayıtsız şartsız destekleyen ABD’de ciddi bir tedirginliğe neden oluyor.
II. Savaşın Kıvılcımı: İsrail’in Müdahalesi ve Stratejik Hesaplar
İsrail, Suriye’nin güneyinde İsrail karşıtı radikal grupların artan varlığını gerekçe göstererek, Golan’a yakın bölgelerde yoğun hava saldırıları başlatıyor. Ancak bu kez Suriye hava savunma sistemlerinin başında, Türk yapımı KORAL elektronik harp sistemleri ve SİPER hava savunma bataryaları var. İsrail uçaklarından biri düşürülüyor; Tel Aviv, bunu “Türkiye’nin fiili müdahalesi” olarak ilan ediyor. NATO ve ABD ise gelişmeleri “kaygı verici” bulmakla yetiniyor. Ankara-Şam hattı ise geri adım atmıyor. Savaşın fitili ateşlenmiş durumda.
III. Güçlerin Karşılaştırılması: Teknoloji, Tecrübe ve Savaş Zihniyeti
İsrail: Sürpriz ve Teknoloji
İsrail, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda olduğu gibi sürpriz hava saldırılarını, elektronik harp yeteneklerini ve siber operasyonları birleştirerek rakiplerini ilk 24 saatte felç etmeyi amaçlar. F-35 ve F-16I uçakları, Demir Kubbe (Iron Dome), David’s Sling ve Arrow savunma sistemleri, derinlemesine bir elektronik/siber savaş kabiliyetiyle destekleniyor. Mossad ve Aman (askeri istihbarat) sahadaki kritik hedeflere karşı nokta operasyonları planlıyor.
Türkiye: Milli Güç ve Savaş Tecrübesi
Türkiye ise 21. yüzyılın en büyük askeri dönüşümünü yaşayan birkaç ordudan biri. 2016’dan bu yana Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Pençe-Kilit gibi geniş ölçekli operasyonlarla muazzam bir savaş deneyimi ve lojistik kabiliyet kazandı. Bayraktar TB2, Akıncı ve Anka SİHA’ları, Gökdeniz yakın hava savunma, Hisar ve Siper sistemleri, milli radarlar, T129 ATAK helikopterleri, MİLGEM savaş gemileri ve denizaltılarıyla kendi savunma ekosistemini kurdu. Türk ordusunun en büyük avantajı, anlık karar ve adaptasyon yeteneği, motivasyon ve tarihsel savaşçı ruhudur.
IV. Savaşın Başlangıcı: Baskın mı, Direniş mi?
İsrail’in klasik savaş doktrini, çatışmanın ilk saatlerinde rakip hava unsurlarını ve radarlarını yok ederek kara kuvvetlerinin önünü açmak üzerine kuruludur. 1967’de Mısır ve Suriye hava kuvvetlerini yerde imha ederek Arap ordularının komuta-kontrol zaaflarını avantaja çevirmişti. Benzer şekilde, Haziran 2025’te dünyayı sarsan bir gelişmeyle, İsrail’in İran’a yönelik ani ve nokta atışı bir baskın düzenleyip, Devrim Muhafızları komuta kademesini ve kritik askeri altyapıları hedef alması, askeri tarih literatürüne yeni bir “ilk saatler doktrini” olarak geçti. Bu saldırı, özellikle modern savaşlarda komuta merkezlerinin, siber ve elektronik altyapının ne kadar “kırılgan” ve stratejik olduğunu bir kez daha gösterdi.
Ancak bu kez İsrail’in karşısında, 24 saat kesintisiz çalışan, radar ve iletişim altyapısı yerli ve yedekli, NATO standartlarında eğitimli bir Türk Silahlı Kuvvetleri var. Türk ordusu, kriz anında hızla savaş moduna geçen ve emir-komuta zincirini koruyan disiplinli yapısıyla, 1967’deki Mısır ordusunun ya da son İran baskınında olduğu gibi, komuta kademesinin felç edilmesi tuzağına düşmez. Elektronik harp sistemleriyle İsrail’in ilk dalga saldırılarının önemli bir kısmı saptırılır veya etkisizleştirilir.
Türk SİHA’ları ise, eşzamanlı olarak düşman hava sahasına sızarak radar mevzilerini ve ileri hava üslerini hedef alır. Akdeniz’de MİLGEM gemileri ve denizaltılar, İsrail’in deniz ikmal hatlarını baskı altına alır. İsrail, İran’a yaptığı gibi ani ve tahripkar bir baskın planlasa da, bu kez karşısında refleksleri yüksek, teknolojik altyapısı güçlü, komuta-kontrol sistemleri yedekli ve siber savunma refleksleri gelişmiş bir ordu bulur.
Kısacası, savaşın başlangıcında “baskınla felç etme” stratejisi, Türkiye gibi yüksek teknolojiye ve kriz yönetim kapasitesine sahip bir orduda sınırlı etki gösterir; İsrail’in klasik zafer reçetesi burada işlemeyebilir.
V. Savaşın Boyutları: Kara, Deniz, Hava ve Siber Cephe
Kara Cephesi
Türkiye, Suriye’deki derinliği kullanarak Hatay, Kilis ve Gaziantep üzerinden sınıra yakın birliklerini hızla sevk eder. Suriye ordusu ile koordineli operasyon merkezleri kurulur. İsrail’in kara harekâtı için mesafe dezavantajı büyüktür; sınırdan uzak, derin bir lojistik hatta bağımlı kalır. Türk komando birlikleri ve Özel Kuvvetler, bölgede sabotaj ve ani baskınlarla İsrail’in lojistik desteğini sekteye uğratır.
Hava ve Deniz Cephesi
İsrail Hava Kuvvetleri teknik üstünlüğe sahip olsa da, Türk Hava Kuvvetleri artık F-16’ların yanı sıra yakın gelecekte yerli KAAN savaş uçaklarını, SİHA’ların kalabalık sürülerini, akıllı mühimmatları ve radar sistemlerini devreye sokar. Akdeniz’de Türk donanması; denizaltılar ve suüstü gemilerle İsrail limanlarını ve gaz sahalarını tehdit eder. İsrail, Doğu Akdeniz’de hava ve deniz üstünlüğünü aynı anda tesis etmekte zorlanır.
Siber ve Elektronik Savaş
İki ülke de siber harbin önde gelen aktörleridir. İsrail, enerji altyapısı, haberleşme ağları ve kritik savunma sistemlerinde Türk tarafına yönelik yoğun siber saldırılar başlatır. Ancak Türkiye de, ulusal siber savunma merkezleriyle ve yerli yazılım altyapısıyla anında karşı saldırılar gerçekleştirir. Özellikle sivil altyapı ve psikolojik harekat (dezenformasyon) alanında kıran kırana bir mücadele yaşanır.
VI. ABD ve Küresel Güçler: Sessiz İzleyici mi, Müdahil mi?
ABD, geleneksel müttefiki İsrail’in yanında durmak ister, ancak Türkiye’nin NATO üyesi olması ve bölgedeki lojistik/enerji hatlarının güvenliği Washington’u ikileme sokar. Kısıtlı askeri yardım ve istihbarat paylaşımı dışında ABD doğrudan müdahaleden kaçınır. AB ülkeleri “itidal” çağrısı yapar. Rusya, Suriye yönetimi ve Türkiye’yle ilişkileri sayesinde İsrail’i baskılamak için diplomatik manevralara girişir; Çin ise enerji hatları ve ekonomik çıkarlar üzerinden uzlaşma zemini arar.
VII. Türk Devletleri ve Müslüman Asya Ülkeleri: Kim, Nasıl Destek Verir?
- Azerbaycan:
Savaşın ilk günlerinden itibaren Türkiye’ye fiili destek verir; istihbarat paylaşımı, mühimmat ve sınır ötesi lojistik yardım sağlar. - Kazakistan:
Asker göndermese de mühimmat, yakıt ve insani yardım ulaştırır; diplomatik platformlarda Türkiye lehine tavır alır. - Özbekistan:
Lojistik ve insani yardımda bulunur; siyasi ve diplomatik dayanışma gösterir. - Kırgızistan:
Mühimmat ve lojistik destek sağlar; kamuoyunda açık şekilde Türkiye’ye destek verir. - Türkmenistan:
Sınırlı lojistik ve insani yardımda bulunur; siyasi destek açıklamaları yapar. - Pakistan:
Tarihi ittifak ruhuyla askeri danışmanlar, elektronik harp desteği ve İHA mühimmatı gönderir; kamuoyunda güçlü destek sunar. - Malezya:
Lojistik yardımlar ve gönüllü birliklerle destek verir; Türkiye’nin haklılığını kamuoyunda savunur. - Endonezya:
Lojistik ve insani yardım sağlar; uluslararası kamuoyunda açık destek ve dayanışma mesajları yayınlar.
VIII. Arap Dünyası: Kim, Nerede Durur?
Arap dünyasının tepkisi, savaşın seyrini değiştirecek önemli bir faktördür:
- Suudi Arabistan: Son yıllarda İsrail’le yakınlaşsa da, halk baskısı ve İslam dünyasındaki liderlik iddiası nedeniyle doğrudan İsrail’in yanında yer alamaz. Tarafsız ve “barış” çağrılarıyla pozisyon alır.
- Katar ve Kuveyt: Türkiye’nin yanında pozisyon alır, lojistik ve siyasi destek verir.
- Mısır: İsrail ile barış anlaşmasını bozmamak adına mesafeli durur, ancak kamuoyunun baskısıyla Türkiye’ye zımni destek sunar.
- Cezayir: Türkiye’nin yanında yer alır, askeri ve lojistik desteğe hazır olur.
- Ürdün: Jeopolitik baskı altında kalır, doğrudan taraf olmaz, insani yardım kanallarını açık tutar.
- Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn: İsrail’e doğrudan destekten kaçınır, çatışmanın dışında kalmayı tercih eder.
Arap sokakları ise Filistin meselesi ve İsrail karşıtlığı üzerinden Türkiye’ye ciddi bir destek gösterir; halk hareketleri, İsrail’in bölgedeki manevra alanını daraltır.
IX. Savaşın Seferberliği: Toplumsal Ruh ve Psikoloji
Türkiye’de tarihsel kodlar yeniden canlanır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e aktarılan askeri gelenek, savaş anında tüm topluma moral ve motivasyon kaynağı olur. Gönüllüler, sivil savunma birlikleri, yardım kuruluşları tam seferberlik halinde hareket eder. İsrail ise “herkes asker” doktriniyle sivil-asker ayrımını minimuma indirir, ulusal güvenlik refleksiyle tüm imkanlarını harekete geçirir.
X. Uzun Vadede Kazanan Kim Olur?
Savaşın ilk anlarında İsrail teknolojik üstünlüğüne güvenerek ani baskınlar ile bölgesel avantaj sağlamaya çalışmak ister. Ancak Türk ordusunun adaptasyon kabiliyeti, uzun soluklu savaşlarda yüksek motivasyonu, kendi savunma sanayi altyapısı ve stratejik derinliği ile savaşın uzaması halinde avantaj Türkiye’ye geçer.
Savaşın belirleyici faktörleri şunlar olur:
- İstihbarat ve refleks kabiliyeti
- Yerel ve bölgesel müttefiklerin rolü
- Siber/savunma sistemlerinin direnci
- Ekonomik dayanıklılık
- Toplumsal bütünleşme ve motivasyon
XI. Türkiye-İsrail Savaşı: 3. Dünya Savaşının Fitilini Ateşler mi?
Türkiye-İsrail savaşı, yalnızca bölgesel dengeleri değil, küresel dengeleride alt üst eder. Türkiye’nin NATO üyesi, İsrail’in ise ABD’nin en yakın müttefiki olması, savaşı hızla uluslararası bir krize dönüştürebilir. ABD, Rusya ve Avrupa Birliği’nin devreye girmesiyle, enerji ve ticaret yolları da risk altına girer. Her iki ülke de doğrudan bir “üçüncü dünya savaşı” istemese de, kontrolsüz tırmanma ve yanlış hesaplar, bölgesel bir savaşı küresel bir felakete dönüştürebilecek potansiyele sahiptir.
Sonuç: Savaşın Ardında Kalanlar
Böyle bir savaş, yalnızca askeri güçlerin değil; toplumların, teknolojinin, ittifakların ve psikolojik üstünlüğün de sınandığı bir “bölgesel sıfırlanma” olur. İsrail, bölgede ilk kez Batılı olmayan bir güçle denk ve dinamik bir mücadeleye girer. Türkiye, yalnızca askeri değil, diplomatik ve psikolojik olarak da yeni bir eşiği aşar. Arap dünyası, kimin gerçek anlamda bölgesel liderliğe aday olduğunu net biçimde görür. ABD ise, eski “tek patron” günlerinin geçtiğini ve bölgede yeni kartların yeniden dağıtıldığını itiraf etmek zorunda kalır.
Savaşın sonunda, bölge ya yeni bir barış paradigmalarına yelken açar, ya da daha geniş ve yıkıcı bir çatışmaya savrulur. Her halükarda, Türkiye-İsrail savaşı Orta Doğu’nun kaderini ve küresel dengeleri sil baştan yazacak bir milat olur.
Saygılarımla
Taşkın Koçak