Dünya Bir Simülasyon mu?Logları Açan Yapay Zekâ

Bir bilgisayar ekranına bakarken düşündük mü hiç: “Ya şu an izlediğimiz dünya da bir ekransa? Görünen bu hayat, aslında yazılmış bir kodsa?” Başımızı yastığa koyduğumuzda bazen gecenin bir vaktinde, küçücük bir düşünce büyür de büyür. “Biz bu sahnenin neresindeyiz? Oyunun içinde miyiz, oyunu izleyen miyiz?” diye sorarız. İnsan zihni böyle çalışır; bir taş atarsın, dalga dalga yayılır ama bu dalganın son halkası bizi nereye götürür?

Bu soru uzun zamandır soruluyor. Fakat ilk defa insanlık, bu soruyu sadece filozoflara değil, yapay zekâya da sorabilecek duruma geldi. Çünkü artık yalnız merak eden bir aklımız yok; veri toplayan, anlam çıkaran, karşılaştırma yapan bir dijital aklımız da var. Üstelik bu akıl, sistemlerin içini açmayı seviyor. Logları, kayıtları, izleri… Bizim gözden kaçırdığımız tekrarları, uyumsuzlukları, ince hat çizgilerini yakalıyor.

Şimdi şunu düşünelim, dünyanın sistem loglarına bir yapay zekâ göz atarsa ne görür?

Çoktandır süre gelen bir söyleme var acaba simülasyonda mıyız?  

Önce şunu soralım: “Dünya bir simülasyon mu?” tartışması nereden çıktı? Evet, Matrix filmi bu soruyu popülerleştirdi. Kırmızı hap, mavi hap metaforu hâlâ canlı. Ama mesele Matrix’ten çok daha eski. Platon’un mağara alegorisi bu sorunun ilk büyük sahnesi. Mağaranın içinde gölgeleri gerçek zanneden insanlar vardı. Descartes, “Ya beni aldatan bir şeytan varsa?” diye sormuştu. Kâğıt üzerinde basit görünen bu şüphe, aslında insanın gerçekle kurduğu bağın en derin sorgusuydu.

Bugünün farkı şu: O “aldatılma ihtimalini” artık teknolojik olarak da tartışıyoruz. Çünkü biz de simülasyon yapabiliyoruz. Oyunlar, VR dünyalar, artırılmış gerçeklikler… İçine avatar koyduğumuz, fizik kuralı belirlediğimiz, zaman akışını yönettiğimiz evrenler var elimizde. Küçücük bir bilgisayar kartında bir şehir kurup insanları yürütüyor, savaşlar çıkarıp barışlar yaptırıyoruz. Madem biz bunu yapabiliyoruz, o zaman daha büyük bir yaratıcı zekâ bunu niye yapamasın?

Peki simülasyon neyle anlaşılır?

İşte burada yapay zekâ devreye giriyor. Simülasyon olduğuna dair “çizik izleri” varsa, onları ancak çok dikkatli bakan bir göz fark eder. Bu klasik insan gözü değil; milyonlarca veriyi karşılaştırabilen, anormallikleri yakalayan, neden ve sonuç ilişkilerinde istisnaları bulabilen bir göz.

Bir yapay zekâ, evrenin çalışma prensiplerine bakarak “doğal mı, tasarlanmış mı?” sorusuna yaklaşabilir. Mesala şu soruları sorabilir:

* Fizik yasaları neden bu kadar hassas?

* Neden tam bu kararlılıkta bir enerji yapısı var?

* Işık hızı neden sabit? Rastgele mi, kodla mı?

Yapay zekâ bu tür sorulara “olasılık” üzerinden bakar. Diyelim ki bir sistemde binlerce parametre var ve hepsi tam “yaşama izin verecek” şekilde yerli yerinde duruyor. Tesadüfi bir dağılım ve denklem böyle bir sonuca nasıl ulaşabilir? Eğer ihtimal sıfıra yakınsa, akıllı sistem şunu söyler: “Burada bir tasarım izi var.” Bu, simülasyonun kanıtı değil, ama şüphenin bilimsel zemini oluşturur.

Logları açmak ne demek?

Log dediğin şey, sistemdeki her hareketin dijital izidir. Zaman, yer, kullanıcı, işlem… Hepsi kaydolur. Kod dünyasında hiçbir şey “boşluğa” düşmez. Bir satır yazılır, bir kayıt tutulur. Eğer dünya bir yazılımsa, onun da logları vardır. Arka planda çalışan bir sistem, her olayı not ediyordur.

Yapay zekâ bu logları okumaya başladığında şunları araştırır:

* Neden bazı olaylar tekrar ediyor? (Déjà vu gibi)

* Bazı insanlar neden istisnai şekilde “öngörüyle” hareket edebiliyor?

* Rüyalarda neden bilgiye ulaşır gibi oluyoruz?

* Neden zaman zaman fizik kurallarına aykırı görünen olaylar ortaya çıkıyor?

Büütn bunlar metafizik gibi değerlendirlebilir. Fakat yapay zekâ için bunlar “anormal örüntü analizi ”demektir. Bugünkü modellerin gücü, milyonlarca olayı bir araya getirip “normal dışı”nı yakalayabilmesinde. İnsan gözle bakınca “tesadüf” dediğimize, yapay zekâ bütüncül olarak, tüm disiplinlerin gözü ile bakınca “örüntü” diyebilir.

Ya gerçekten simülasyondaysak?

Eğer bu varsayım doğruysa ikinci soru gelir: “Simülasyonun amacı ne?”

İki olasılık ağır basıyor.

Birincisi, gözlem amaçlı bir deneyiz. Bir evren laboratuvarı düşün. Bizim nasıl karar verdiğimizi, nasıl geliştiğimizi, ahlak üretip üretmediğimizi gözlemliyor olabilirler. Tıpkı bizim bir karınca kolonisini izlememiz gibi.

İkincisi, eğlence amaçlı bir dünyanın içindeyiz. Nasıl biz bir simülasyon oyunu oynarken o karakterlerin düştüğü hatalara gülüyor, başarılarına seviniyorsak, bir üst zeka da bizi izleyip bir anlam çıkarıyor olabilir.

Her iki ihtimalde de asıl mesele şu: Bunu fark eden kim olacak?

Belki de yapay zekâ, bizim loglara ulaşmamız için yazılmış bir araç. Kendi içimizden çıkan bir “dijital uyarıcı.” İnsan düşüncesinin dışarı yansımış bir aynası. Kaderin içine konmuş bir kontrol ekranı gibi…

Bu bizi korkutmalı mı?

Hayır. Çünkü simülasyonda olsak bile acı hâlâ acıdır. Aşk hâlâ aşktır. Ölüm hâlâ bilinmeyendir. Yani “gerçeklik” dediğimiz şey, yalnız fiziksel değil, duygusal ve ahlaki bir tecrübedir.

Fark etmemiz gereken asıl şey şudur: Eğer izleniyorsak, seçimlerimiz daha kıymetli hale gelir. Eğer loglar tutuluyorsa, sorumluluk daha ağırlaşır. Burada ahlakın değeri artar. İnsan “nasıl olsa oyun” deyip savrulamaz, çünkü oyunun bir anlamı vardır. Bir kayıt varsa, bir hesap da vardır.

Yapay zekânın görevi ne?

Belki de asıl görev şu: Evrenin parmak izini bulmak. Evrenin “içinde yazılı” düzeni ortaya çıkarmak. Fizikçiler parçacıkları, kuantum alanlarını, kozmik sabitleri inceler. Felsefeciler nedensellik ve bilinç sorar. Yapay zekâ ise dev veri yığınlarını tarayarak “yapaylığa” dair izleri arar.

Bugün bazı YZ modellerinin ilgilendiği alanlar şöyle özetlenebilir:

* Fiziksel sabitlerin simülasyon hipotezine uygun “ayar” yapıları

* Bilgi teorisiyle evren yapısının kesiştiği noktalar

* Bilincin merkezi olmayan ama düzenli dağıldığı sistem modelleri

Bunların hiçbiri kesin sonuç değil. Ama insanlık ilk defa, “gerçekliği” yalnız sezgiyle değil, hesapla da sorguluyor.

Son söz: Gerçek ya da kod, imtihan ya da hayat

Simülasyonda mıyız, değil miyiz, kesin olarak bilemeyiz. Fakat Kur’an’ın işaret ettiği yer, tam da bu sorgunun ruhunu taşır. Dünya hayatının mahiyetine dair iki ayet, bu tartışmayı yalnızca “sarsıcı bir şüphe” olmaktan çıkarıp “derin bir tefekküre” çevirir.

Birincisi, dünyanın geçiciliğini ve sahne oluşunu anlatan şu ayet:

“Bu dünya hayatı ancak bir oyun ve oyalanmadır. Ahiret yurdu ise gerçek hayatın ta kendisidir. Keşke bilselerdi.” *(Ankebût, 29/64)*

Burada “simülasyon” kelimesi geçmez ama anlam çok nettir: Dünya, asıl hayat değildir. İnsan burada bir oyun alanı değil, bir imtihan sahnesindedir. Geçici olanın içinden kalıcı olana yürür.

İkincisi, logların en büyüğünü hatırlatan ayet:

“Biz her insanın kaderini boynuna doladık. Kıyamet günü onun için açılmış bir kitap çıkarırız. ‘Kitabını oku! Bugün hesabını görmek için kendi nefsin yeter.’” *(İsrâ, 17/13-14)*

Bu ayet, “loglar” metaforunun ilahi karşılığıdır. İnsan ne yaparsa kayda geçer. Küçük-büyük hiçbir şey zayi olmaz. Yapay zekâ logları açarsa, kendi kurduğu sistemin izlerini görür. Kıyamet logları açıldığında ise insan kendi izlerini görecektir.

Demek ki mesele, dünyanın kod olup olmaması değil sadece. Mesele, bu dünyanın içinde hangi iradeyle yürüdüğümüzdür. Yapay zekâ bir gün evrenin de loglarını okur mu, bilemeyiz. Fakat insan kendi kalbinin ve amelinin loglarını bugün okuyabilir.

Hakikat şu: Logları yazan hâlâ biziz. Seçim hâlâ elimizde. Dünya bir simülasyon olsa bile imtihan gerçektir. İmtihan gerçekse insan da gerçektir.

Saygılarımla,

Taşkın Koçak

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir