Çanakkale Ruhu ve Modern Kuşatma: Kimliğimizi ve Neslimizi Korumak İçin Sistemli Bir Mücadeleye Davet

Ateizm, Deizm, Agnostisizm, Cinsel Yönelim ve Misyonerlik: Modern Çağın Kimlik Erozyonu Dinamikleri

Çanakkale’den Bir Davet: Geçtiğimiz hafta, önemli bir sivil toplum kuruluşumuzun düzenlediği dost meclisinde, iki güzide hocamızın davetiyle vizyoner bir toplulukla baraya geldik. Orada, yaklaşık iki saat boyunca deizm, ateizm, agnostisizm, “Hristiyan” misyonerliği, cinsel yönelim hastalığı hareketi ve inançsızlaştırma projeleri gibi günümüzün sancılı ve derin meselelerini ele aldım.

Değerli hocalarım, sevgili dostlar ve kıymetli katılımcılar…

Bugünkü konuşmamın merkezinde, bir milletin varoluşunun ve direnişinin simgesi olan Çanakkale’de buluşmamız var. Burada olmamız tesadüf değil; çünkü her neslin kendine özgü bir Çanakkale’si vardır. Bizim kuşağımızın Çanakkale’si ise artık silahların gölgesinde değil, fikirlerin, akımların, inançsızlığın ve kimliksizliğin kuşatması altında yaşanıyor.

Sunumum ve sohbetimizin sonunda gördüm ki, tıpkı diğer şehirlerimizde olduğu gibi Çanakkale’de de hepimizin zihnini ve kalbini meşgul eden önemli bir soru var: “Biz ne yapmalıyız?”

Bu sorunun cevabı ise sadece tebliğle, nasihatle, dua ile ya da vaazla verilmez. Tarih bize gösteriyor ki, başarı sadece iyi niyetle değil; sistemli, akıllı ve disiplinli bir şekilde çalışanların elinde şekillenir.

I. Tarihten Bugüne: Çanakkale Sadece Bir Savaş Değildi

Her milletin tarihinde kırılma anları vardır. Çanakkale, Türk milletinin ve İslam dünyasının varlık-yokluk çizgisine gelip, “İman varsa imkân da vardır” sözünü ete kemiğe büründürdüğü bir direniştir. O gün İngiltere’den, Fransa’dan, Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan, Hindistan’dan gelen yüzbinlerce asker, boğazı zorla geçemedi. Çelikten ordular, zırhlı kruvazörler, denizaltılar, çıkarma gemileri… Hepsi Osmanlı’nın imanlı gençleri karşısında durdu. Biz orada yalnızca toprak kaybetmedik veya kazandık demedik; o gün, bir milletin ruhunu, inancını, kimliğini, ahlakını müdafaa ettik.

Bugün ise karşımızda başka bir ordu var. Fakat bu kez toprağımızı işgal etmiyorlar; zihinlerimizi, kalplerimizi, kültürümüzü, ahlakımızı ve inancımızı hedef alıyorlar. Bugünün “sessiz” ve “akıllı” orduları, dijital mecralarda, sosyal medya akımlarında, Netflix dizilerinde, misyonerlik broşürlerinde, okullardaki müfredatlarda, popüler kültürde, cinsel yönelim sapmalarında, ateist ve deist propagandalarda karşımıza çıkıyor. Bugün, bir neslin ruhunu ve aidiyetini hedef alan “yeni bir Çanakkale” ile karşı karşıyayız.

II. Misyonerlik Faaliyetleri ve Kimlik Erozyonu

Dost meclisimizde bazı genç katılımcılar, Hristiyan misyonerlerin Çanakkale’de yürüttükleri faaliyetlere, dağıttıkları broşürlere ve organize çalışmalara dair örnekler gösterdiler. Soru netti: “Hocam, biz ne yapmalıyız?”
Cevabım da net oldu: Eğer siz kendi çocuğunuzu, neslinizi, şehrinizi, kimliğinizi korumaz, bu toprağın manevi ve fikrî bekçiliğini üstlenmezseniz; elin çocukları gelir, binlerce kilometre öteden, Fransa’dan, Amerika’dan, İngiltere’den, Almanya’dan, Kore’den sizin çocuğunuzu dönüştürür.
Bir sabah bakarsınız ki, evladınız size yabancılaşmış; gözünüzün önünde size “içerlemiş”, hatta Allah korusun, size ve değerlerinize cephe almış. Bu sessiz bir işgal değil midir?
Bugün misyonerler sadece din değiştirmeye gelmiyorlar; aklı, yaşam tarzını, ahlakı, aileyi, hayatın merkezini, inancı değiştirmeye geliyorlar. “Seküler bir cennet” vaat ediyorlar; sonunda manevî bir çöl bırakıyorlar. Sonra o çocuğu milletinde koparıp ecdadına düşman yapıyorlar.

III. Türkiye’de Kuşatma: Yedi Düvel Artık Kapıda Değil, Evimizin İçinde

Bir zamanlar Çanakkale’ye dev savaş gemileriyle, kruvazörlerle, denizaltılar ve çıkarma birlikleriyle saldıran yedi düvel, o gün bu boğazı geçemedi. Bugün ise o yedi düvel, internetin, dijital yayın platformlarının, sosyal medya algoritmalarının, filmlerin, animasyonların, oyunların, çizgi filmlerin ve kültürel elçiliklerin gölgesinde her evin içine sızmış durumda. Artık tehdit sınırlarımızda değil; bizzat evimizin içinde.

Günümüzün savaşı, kalelerimizi topla tüfekle yıkmıyor; gençlerimizin zihin ve kalp surlarını sessizce erozyona uğratıyor.
Yabancı filmler, diziler, müzikler, dijital oyunlar, eğitim müfredatındaki değişimler ve sosyal medya fenomenleri; doğrudan kültürel kodlarımızı, aile yapımızı ve maneviyatımızı hedef alıyor.

Asıl mesele burada başlıyor:
Dışarıdan gelen tehlikeden korkan bir milletin, içeriden gelen bu sessiz ve görünmez saldırıyı kavrayabilmesi için yeni bir “uyanışa” ihtiyacı var.
Artık asıl savunmanın sınırda değil, kalbimizde, aklımızda ve aile yapımızda olması gerektiğini idrak etmeliyiz.

IV. İslami Bilincin Azalması ve Manevi Erime

Gözlerimizin önünde, gençlikte İslami bilinç her geçen gün zayıflıyor. İdeolojik ve kültürel saldırılar, sekülerleşme, popüler kültür, dijital çağın etkileriyle birleşince ortaya kimliksiz, köksüz, amaçsız bir nesil çıkıyor.
Türkiye’de deizm, ateizm ve agnostisizm oranları üniversitelerde ve şehirli gençlikte belirgin şekilde artıyor. Dini bilgi, derinlikten uzak; manevi arayış, tatmin edilmeden köksüzleştiriliyor.

Çanakkale’de, Anadolu’da, İstanbul’da, Trabzon’da, Van’da ya da Konya’da… Hiçbir ilimiz bu dalgadan muaf değil.
Bu kuşatma, sadece dini değil, millî kimliğimizi ve vatanımızı tehdit ediyor.

V. Dağınıklık ve Strateji Eksikliği: Neden Kaybediyoruz?

Büyük mesele şurada:
Bizler hâlâ cemaatler, vakıflar, dernekler, STK’lar ve sivil oluşumlar olarak dağınık ve reaksiyoner bir görüntü veriyoruz. Herkes kendi “adacığında”, küçük küçük gruplar hâlinde, günübirlik ve dar bakışlı çözümlerle uğraşıyor.
Oysa karşımızda çok daha büyük, sistemli, organize ve disiplinli bir çalışma var.

Batı’nın yüzyıllardır geliştirdiği kültürel strateji, misyonerlik ağları, medya gücü ve finansal destekleri; bizim ısrarla yapmadığımız “büyük resim” okumamıza karşılık geliyor.

Burada asıl sormamız gereken soru şu:
Biz bu kuşatmayı durduracak bir sistem, bir strateji, bir model geliştirdik mi?
Hayır! Ve asıl yenilgimiz burada başlıyor.

VI. Sistem Kurmamanın Bedeli: Yabancılaşan Nesiller

Eğer siz kendi şehirlerinizde, kasabalarınızda, üniversitelerinizde ve mahallelerinizde etkin, bilimsel ve yerel dinamikleri gözeten bir milii ve manevi, bilinçlendirme ve kimlik inşası modeli kurmazsanız; başkaları gelir sizin yerinize bu sistem kurar ve sonra yıkımız başlar.

Bugün sokakta, sosyal medyada, okulda, işte, evde her an “başka birinin ürettiği” kültür kodlarıyla karşı karşıyayız.
Bir gün gelir, kendi evladınız size “neden başörtüsü takmalıyım ki?”, “Neden namaz kılıyorum ki?”, “Neden evleniyorum, aile kuruyorum ki?” diye sorar.
Bunun acısı, “evladınızı kaybetmekten” çok daha fazlasıdır; bu bir kimlik felaketidir.

VII. Modern Misyonerlik ve Kültürel Savaşlar: Sessiz İşgal

Bugünün misyonerleri papaz cüppesiyle gelmiyor; dizi karakterlerinin, sosyal medya fenomenlerinin, popüler sanatçıların kimliğine bürünüyor.
Bugünün Haçlıları kılıçla, mızrakla değil; algoritmalarla, algoritmalar kadar acımasız bir popüler kültürle savaşıyor.

Çocuklarımızı ve gençlerimizi bu kültürel istiladan koruyamazsak, her şeyimizi kaybederiz.
Çünkü kimliksizleşen bir nesil, bir gün kendi toprağını, bayrağını, tarihini, ahlakını da terk eder.
Bu, emperyalizmin en sessiz, en tehlikeli ve en kalıcı formudur.

VIII. İman ve Akıl: Yeni Bir Stratejiye İhtiyaç Var

Burada altını çizmemiz gereken temel gerçek şudur:
Mesele sadece “tebliğ” meselesi değildir.
Bugünün dünyasında tebliğin de, eğitim faaliyetinin de, aile ve gençlik çalışmalarının da bir stratejisi, bir sistemi, bir bilimsel temeli olmak zorundadır.

Duygu ile değil, akılla; gelenek ile değil, yenilikçi bakışla; reaksiyonla değil, proaktif ve sürdürülebilir bir vizyonla hareket etmeliyiz.

Sadece nasihat ederek, sosyal medya paylaşımlarıyla, yılda birkaç konferansla, bayramlarda “kardeşlik” mesajları vererek bu dalgayı durduramayız.

Çanakkale’yi geçen gemileri “iman” durdurdu. Bugün ise imanla beraber “ilim”, “akıl”, “teknoloji”, “sistem”, “strateji”, “örgütlü çalışma” ve “vizyon”a ihtiyacımız var.

IX. Nasıl Bir Yol Haritası? Somut Çözüm Önerileri

1. Yerel Dinamiklere Dayalı İslami Eğitim Modelleri Geliştirilmeli
Her şehrin, her ilçenin, her mahallenin dinamikleri farklıdır. Merkezden “tek tip” proje üretmek yerine, yerelde yaşayan insanların ihtiyaçlarına göre esnek, katılımcı ve yenilikçi eğitim programları geliştirilmelidir.

2. Gençlik Odaklı ve Teknolojiyi Merkeze Alan Projeler
Gençlerin gerçek gündemini anlamayan hiçbir çalışma başarıya ulaşamaz. Dijital okuryazarlık, sosyal medya, oyun, popüler kültür ve yeni medya araçlarını kullanarak gençlerin diline hitap eden projeler üretilmeli.

3. STK’lar Arası Koordinasyon ve Ortak Akıl Platformları
Dağınıklık ve rekabet yerine, iş birliği, ortak hedef ve ortak platformlar kurulmalı. Yılda birkaç defa toplanan değil, sürekli ve sistemli çalışan şehir bazlı komisyonlar oluşturulmalı.

4. Aileyi Güçlendirme ve Değerler Eğitimi
Kültürel kuşatmanın en kırılgan noktası ailedir. Aile içi iletişim, değerler eğitimi, ebeveyn rehberliği gibi konularda sürdürülebilir programlar uygulanmalı.

5. Diyanet, Eğitim Bakanlığı, STK’lar ve Üniversiteler Ortak Proje Üretmeli
Her kurum kendi kulvarında değil, birbirini tamamlayan şekilde çalışmalı. Diyanet’in bilgeliği, üniversitenin yeniliği, STK’ların dinamizmi bir araya getirilmeli.

6. Medya ve İletişim Dili Yenilenmeli
Kültür savaşları medya üzerinden veriliyor. Müslümanların kendine ait dijital medya, yayıncılık, sosyal medya ve içerik üretim platformları inşa etmeleri şarttır.

X. Tarih Bizi Affetmez: Gelecek Nesillere Mesajım

Burada bir kez daha açıkça söylüyorum:
Eğer bugün kendi neslimizi, kendi çocuklarımızı, kendi değerlerimizi korumak için sistematik, disiplinli, yenilikçi ve bilimsel bir yol haritası ortaya koymazsak, yarın tarih önünde büyük bir vebalimiz olacak.

Şehitlerimizin, gazilerimizin, ecdadımızın bize emanet ettiği bu topraklar ve bu maneviyatı “kimliksiz” bir nesle bırakmak, en büyük ihanettir.

Bugünün dünyasında asıl cihad, “kaleyi içeriden korumak”, “zihni ve kalbi inşa etmek”, “aileyi, nesli ve toplumu güçlendirmek” ve “inancı akılla, vizyonla ve ilimle buluşturmak”tır.

Tarihten ibret almazsak, tarih bizi bir kez daha uyaracak.
Çanakkale geçilmez diyen ruhun torunları olarak, bugünün “sessiz istilasına” karşı da aynı iradeyi, cesareti ve bilinci göstermek zorundayız.

Son Söz ve Davet

O halde buradan bir kez daha tüm dostlara, hocalara, kanaat önderlerine, gençlere ve toplumun her kesimine çağrımdır:
Vakit dağınık olma, vakit günü kurtarma vakti değil.
Vakit, aklı, imanı, ilmi, hikmeti ve stratejiyi birleştirip geleceğe yürüme vaktidir.

Gelin, Çanakkale’de “geçit vermez” bir bilinç inşa edelim.
Çocuklarımızı, kimliğimizi, inancımızı, ahlakımızı ve ülkemizi hep birlikte koruyalım.
Çünkü “yaşatmak için yaşamak”, bu çağda yeniden bir Çanakkale ruhu gerektiriyor.

Saygılarımla,
Taşkın Koçak
Not: Bu yazıda ele alınan eleştiriler, Türkiye’de yaşayan ve toplumumuzla barış içinde bir arada yaşayan Hristiyan vatandaşlarımızı ve ülkemizde herhangi bir yasal sorun oluşturmadan misafir olarak bulunan Hristiyan konuklarımızı kapsamamaktadır. Eleştiri, belirli bir inancı değil; organize ve ideolojik biçimde yürütülen, kültürel kimlik ve inanç dönüşümüne yönelik sistematik faaliyetleri konu edinmektedi

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir