ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN ile Türkiye Nereye Gidiyor?

Devleşen Kurumlar ve Obezleşme Tehlikesi: Stratejik Çeşitliliğin Anahtarı

Türkiye, savunma sanayiinde son yirmi yılda tarihinin en büyük atılımını yaptı. İnsansız hava araçlarından akıllı mühimmata, elektronik harp sistemlerinden siber güvenliğe kadar birçok stratejik alanda yerli ve milli ürün geliştirme başarısını ortaya koyduk. Bu başarının arkasında, başta ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN olmak üzere, büyük savunma sanayi kuruluşlarımızın vizyonu ve cesareti var. Her biri, ülkenin “beka meselesi” olarak gördüğü alanlarda, yüksek teknolojinin ve milli üretimin öncüsü oldu. Bugün, dünyanın gıpta ile baktığı Bayraktar TB2, Akıncı, Gökbey, Atak, Hisar ve benzeri ürünlerin arka planında da bu firmaların alın teri, birikimi ve mühendisin zekâsı var.

Kurumsal Başarı, Güç ve Güven

Öncelikle hakkını teslim edelim: ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı savunma şirketleri arasında yer alıyor. ASELSAN; elektronik harp, haberleşme, radar, aviyonik ve askeri elektronik sistemlerde dünyada ilk 50’ye girerken, HAVELSAN; yazılım, komuta kontrol, siber güvenlik ve simülasyon teknolojilerinde global bir marka olmayı başardı. ROKETSAN ise roket, füze, mühimmat ve uzay teknolojilerinde uluslararası düzeyde rekabet eden bir şirkete dönüştü. Üstelik bu kurumlar, Türk mühendisinin aklı ve alın teriyle “ithal eden” değil, “ihraç eden” bir ülke vizyonunun taşıyıcısı oldu.

Bu başarılar, kamuoyunda ve devletin karar verici mekanizmalarında büyük bir güven ve hayranlık uyandırdı. Ancak burada bir tehlikeyi gözden kaçırmamak gerekir: Her büyük başarının gölgesinde bir risk vardır. O da tekelleşme ve obezleşme tehlikesidir.

Tarihsel Arka Plan: Devletçi Sanayiden Bugüne

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında kurulmasıyla birlikte devlet eliyle sanayileşme politikası ön plana çıktı. Özel sektör, yeterince hızlı gelişemediği için ülke sanayileşme sürecinde ağır bedeller ödedi. ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN gibi savunma sanayi kuruluşlarının bilgi birikimi, teknolojik altyapısı ve “know-how”ı, o günün şartlarında büyük bir stratejik gereklilik ve başarıydı. Devletin öncülüğünde kurulan bu kurumlar, yıllar içinde Türkiye’nin savunma sanayiinde kendi ayakları üzerinde durmasını sağladı.

Ancak artık dünya değişti, dinamikler farklılaştı. Bu köklü kurumların sahip oldukları bilgi birikimi ve tecrübeyi özel sektöre daha fazla açmaları, yerli ve milli sanayimizin gelişimine öncülük etmeleri kaçınılmazdır. ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN’ın kendi bünyelerinde her alana yayılmak yerine, özel sektöre daha fazla iş vererek, bilgi ve deneyimlerini daha geniş bir ekosistemle paylaşmaları Türkiye’nin inovasyon ve rekabet gücünü artıracaktır. Aksi takdirde, bu yapıların aşırı büyümesi ve tekelleşmesi, Türk girişimcisinin önünü keser; inovatif ve dünya ile rekabet edebilen ürünlerin ortaya çıkmasını engeller.

Neden mi tehlikeli?

  1. Tekelleşme ve Ar-Ge Kısırlığı:
    Bütün ana projelerin aynı kurumlarca yapılması, Ar-Ge motivasyonunu ve çeşitliliğini azaltır. Yenilikçi ve çığır açıcı fikirler çoğu zaman küçük, çevik ve iddialı firmalardan çıkar. Büyük kurumlar ise karar süreçleri yavaşlar, bürokrasi artar ve yeni fikirlere alan açmakta zorlanırlar.
  2. Milli Müteşebbislerin Geri Planda Kalması:
    Türkiye’de yüzlerce KOBİ ve girişimci, savunma sanayi ekosisteminde iş yapma arzusu taşırken, ana yüklenici rolü sürekli aynı kurumlara verildiğinde, taze kan sisteme giremiyor. Bu da uzun vadede hem inovasyonu, hem de istihdam ve teknoloji tabanını daraltır.
  3. Sistemik Risk ve Kritik Bağımlılık:
    Tek bir kurumun arızası, verimsizleşmesi veya hedef olması halinde, ülke tüm stratejik projelerinde sıkıntı yaşar. Tarihte Rusya’da silah ve savunma sanayiinin tek elde toplanması, Sovyet sonrasında sistemin çökmesiyle acı bir tecrübeye dönüştü. Kurumların “devletleşmesi”, esnekliği ve dirençli inovasyonu törpüler.
  4. Sektörlerarası Dengesizlik:
    Devasa devlet destekleri ve kaynaklar, sadece birkaç büyük oyuncuya aktarılınca, özel sektör gelişemez, rekabet ortamı bozulur ve fiyat/performans dengesi sarsılır. Oysa Amerika ve Batı örneklerinde, ana yükleniciler kadar alt yükleniciler, KOBİ’ler ve start-up’lar da ekosistemi büyütür.

Amerika ve Batı Modeli: Neden Farklı?

Amerika Birleşik Devletleri’nde Lockheed Martin, Raytheon, Northrop Grumman, Boeing gibi devler, kendi alanlarında uzmanlaşmış, ancak onlarca farklı özel şirket ve yüzlerce tedarikçiyle çalışır. Burada devlet, düzenleyici ve yol gösterici olur; ihalelerle rekabeti canlı tutar. Her bir alanın liderleri vardır; ancak devrimsel yenilikler ve teknolojik sıçramalar genellikle küçük, dinamik start-up’lardan veya üniversite temelli araştırmalardan çıkar. Amerika’nın savunma ekosistemi bir “tutkal” gibi merkezi firmalara, ama aynı zamanda “açık sistem” gibi girişimcilere alan tanır.

Avrupa’da da benzer bir yapı var: Rheinmetall, Leonardo, Saab gibi firmalar kendi ülkelerinde lider ama savunma sanayi tabana yayılmıştır, yüzlerce küçük ve orta ölçekli şirket inovasyonun motoru olur.

Stratejik Çeşitlilik ve Yerli Müteşebbisin Önemi

Türkiye’nin güçlü bir sanayi ve mühendislik geleneği var. Sadece devletin dev kurumlarına değil, müteşebbis ruha, girişimciye, alt yüklenicilere ve KOBİ’lere de fırsat tanınmalı. Savunma sanayiinde ürün çeşitliliği ve teknolojik derinlik, ekosistemin “açık” ve “çok katmanlı” olmasından geçer. ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN gibi devlerin, alt ekosistemi teşvik etmesi, tedarik zincirini genişletmesi ve sektörde rekabeti teşvik etmesi hayati önemdedir.

Aksi takdirde ne olur?
Birkaç devin hantal ve riskli yapısı, inovasyonun körelmesi, genç mühendislerin göçü, milli sermayenin atıl kalması ve dışa bağımlılığın gizli biçimde devam etmesi gibi riskler doğar. Savunma sanayiinde “monopol” değil, “ekosistem liderliği” hedeflenmeli.

Sonuç: “Büyüklük ve Çeşitlilik Arasında Denge”

Elbette ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN Türkiye’nin gözbebeğidir ve savunma sanayiinin lokomotifleridir. Ancak asıl başarı; bu devlerin yanında, yüzlerce müteşebbis ve girişimcinin önünü açmak, inovasyonun ve çeşitliliğin önünü tıkamadan, Türkiye’yi savunma sanayiinde gerçek bir küresel güç yapmaktır. Devleşen kurumlar, obezleşmeden, vizyonlarını ve tecrübelerini yayarak, ülkenin stratejik geleceğine yön vermelidir.

Türkiye’nin yükselişi, çeşitlilikle, rekabetle ve müteşebbis ruha alan açmakla mümkündür. Herkesin kazandığı, ekosistemin tabana yayıldığı bir savunma sanayii, gerçek “yerlilik ve millilik”in teminatı olacaktır.

Saygılarımla

Taşkın Koçak

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir