Para… İnsanın kadim yol arkadaşı. Önce bir buğday tanesiyle koyun değiştirildi, sonra altınla gümüşe biçilen değerle imparatorluklar kuruldu. Kâğıda yazıldı, milyonların elinde dolaştı. Banknotların kokusu şehirlerin ruhuna sindi. Ardından dijitalleşti; kartlara, ekranlara, telefonlara sığdı. Kriptoyla birlikte görünmezleşti, sınır tanımaz hale geldi. Günümüz, yüzyılın ortasında, yepyeni bir dönemeçteyiz: paranın insanın elinden çıkıp algoritmaların ellerine bırakıldığı çağda.
Bugün ekonomiyi yönetenler hâlâ merkez bankaları, hükümetler, ekonomistler gibi görünüyor. Ama ufukta başka bir gerçeklik beliriyor. O gerçeklikte para arzını belirleyen insan değil, algoritma olacak. Faiz oranını hesaplayan masa başı toplantısı değil, saniyede milyarlarca veriyi işleyen yapay zekâ olacak. Hangi ülkenin ticarette avantaj sağlayacağını, hangi borsanın yükseleceğini, hangi toplumun daha çok tüketeceğini tahmin eden artık bir uzman değil, soğuk ve duygusuz bir makine zekâsı olacak. İşte bu yüzden içinde bulunduğumuz döneme “algoritmik ekonomi” deniyor.
Şu soruyu sormak gerekir: İnsanlık, kendi aklıyla inşa ettiği bu yeni akla gerçekten hazır mı?
Algoritmik ekonomi kulağa ilk bakışta büyüleyici geliyor. Hata payı yok denecek kadar az. Enflasyon bir ülkeyi yakmadan önce algoritma onu öngörüyor. Tedarik zincirinde sorun çıkmadan algoritma çözüm üretiyor. Hatta işsizliği bile rakamlarla dengeliyor. İnsanlığın asırlardır uğraştığı sorunlar bir düğmeye basılır gibi çözülebilecek. Peki ya insana dair olan? Merhamet, adalet, vicdan? Algoritma, aç bir çocuğun gözündeki yaşa bakıp kararını değiştirebilir mi? Yıkıcı bir ekonomik tedbiri, sırf bir halk acı çekmesin diye erteleyebilir mi? Hayır. O yalnızca en optimum dengeyi bulur. Ve işte tam burada, ekonominin matematiği ile insanın ahlâkı birbirine çarpıyor.
2050’de merkez bankalarının yerini yapay zekâ merkezleri alabilir. Enflasyon, faiz, döviz kurları, para basımı… Hepsi algoritmaların kararıyla belirlenecek. Ulusal para birimlerinin yerini, algoritmalarca yönetilen küresel dijital paralar alabilir. Hatta tek bir “dünya algoritma parası” bile gündeme gelebilir. Bütün bu ihtimaller, insanın en temel sorusunu yeniden gündeme getirecek: Paranın efendisi kim olacak?
Algoritmik ekonominin en büyük darbesi, emeğin değerine vurulacak. Fabrikalarda işçi yerine robotlar çalışacak. Ofislerde beyaz yakalıların yerini yazılımlar alacak. Doktor, avukat, öğretmen… Hepsi, yanlarında bir yapay zekâ asistanıyla değil, bazen onların gölgesinde hatta karşısında varlık mücadelesi verecek. İş dediğimiz kavram, bugünkü anlamını kaybedecek. O zaman milyonlarca insan nasıl yaşayacak? Evrensel temel gelir adı verilen yeni bir sistem belki kaçınılmaz olacak. Devletler, vatandaşlarına sırf tüketmeye devam edebilsinler diye maaş dağıtacak.
Fakat insanın onuru yalnızca tüketici olmakla korunabilir mi? Üretmeyen, alın teri dökmeyen, emeğinin karşılığını almayan insan, kendini neyle tanımlayacak? İşte asıl kriz burada patlayacak. Belki açlık azalacak ama anlam açlığı büyüyecek.
Bir de şirket-devletlerin yükselişi var. Bugün Amazon, Google, Apple, Microsoft, Meta, Alibaba ya da Tencent… Yarın bunlar yalnızca şirket değil, fiilen devlet olacak. Kendi dijital kimliklerini, pasaportlarını, paralarını çıkaracaklar. “Google vatandaşı”, “Amazon pasaportlusu” gibi kavramlar sıradanlaşacak. İnsanlar fiziksel olarak yaşadığı ülkenin değil, bağlı olduğu şirketin dijital vatandaşları olacak. Sınırlar fiilen ortadan kalkacak; coğrafya değil, algoritma aidiyeti belirleyici olacak.
Şu an bilimkurgu gibi duran bu senaryonun yarın gazetelerin manşetinde olduğunu düşünün: “Apple, yeni dijital para birimini piyasaya sürdü; milyonlar vatandaşlık başvurusu yaptı.” Kulağa ürkütücü değil mi?
Bu yeni düzenin en tehlikeli boyutu ise eşitsizlik. Yapay zekâ geliştiremeyen, algoritmik ekonomi sistemlerine giremeyen ülkeler, birer dijital koloni haline gelecek. Afrika’nın, Orta Doğu’nun, Asya’nın bazı bölgelerinin bugünkü ekonomik sömürüsü, yarın dijital zincirlerle devam edecek. Veri üretecekler ama işleyemeyecekler. Tüketici olacaklar ama üretici olamayacaklar. Güç, birkaç yapay zekâ imparatorluğunun elinde toplanacak.
Bu, tarihin yeni bir dönemi olacak: Dijital sömürgecilik çağı. 19. yüzyılda altın ve pamuk için kurulan imparatorluklar, 21. yüzyılın ortasında veri ve algoritmalar için kurulacak.
Algoritmik ekonominin toplumsal yansımaları da kaçınılmaz olacak. Aile yapısı algoritmaların yönlendirmesiyle şekillenecek. Çocukların ne giyeceğini, hangi okula gideceğini, hangi mesleğe hazırlanacağını sistem önceden belirleyebilecek. Dinî hayat bile yapay zekânın gölgesinde tartışılacak; kimileri kolaylık diyecek, kimileri yozlaşma. Sanat eserlerinin büyük kısmı algoritmalar tarafından üretilecek. İnsan eliyle yapılan sanat ise nadir, değerli ve ayrıcalıklı sayılacak. Kültür tüketim odaklı hale gelirken, özgün yaratıcılık belki de tarihin en zor dönemini yaşayacak.
Siyaset? Klasik partiler ve ideolojiler tarihe karışacak. Yerine algoritmaların önerdiği en uygun toplumsal modelleri savunan yeni oluşumlar çıkacak. Demokrasi, sandıkla değil, veriyle ölçülecek. Seçimler, insanın tercihi değil, algoritmanın hesapladığı “optimum denge” ile sonuçlanacak.
Peki Türkiye? İşte en kritik soru burada yatıyor. Türkiye, bu yeni ekonomik düzenin neresinde olacak? Eğer kendi algoritmalarını, kendi yapay zekâ merkez bankasını, kendi dijital para sistemini kurabilirse, insan merkezli bir algoritmik ekonomi modeli inşa edebilir. Aksi halde, büyük şirket-devletlerin ve yapay zekâ imparatorluklarının periferisinde kalır. Bir tür “dijital taşeron” olur.
Türkiye’nin tarihi bir şansı var: Hem genç nüfusuyla, hem girişimci ruhuyla, hem de medeniyet birikimiyle algoritmik ekonomiyi insana hizmet eden bir modele dönüştürme imkânı. Yeter ki cesur vizyon gösterilsin.
Geleceğe dair üç ihtimal var.
Birincisi ütopya: Yapay zekâ, kaynakları adil dağıtır, yoksulluk biter, insanlar yaratıcılığa yönelir.
İkincisi distopya: Algoritmalar yalnızca güçlülerin çıkarına çalışır, insan köleleştirilir.
Üçüncüsü hibrit dünya: Bazı devletler insan merkezli kalır, bazıları algoritmalara teslim olur. Dünya ikiye bölünür, yeni bir dijital soğuk savaş başlar.
Hangi ihtimal gerçekleşecek? Bu sorunun cevabı, insanın iradesinde yatıyor. Çünkü teknoloji kader değildir; kaderi belirleyen insanın tercihidir.
Paranın yolculuğu takastan altına, kâğıttan dijitale, kriptodan algoritmaya uzandı. Bugün kritik soru şudur: Paranın yeni efendisi kim olacak? İnsan mı, yoksa algoritmalar mı?
Benim cevabım nettir: Paranın yeni yüzü algoritmaların elinde soğuk olabilir; ama insanın kalbi hâlâ sıcaktır. Para, ancak insanın hikmetiyle birleştiğinde insana hizmet eder. Yapay zekâ çağında bile, asıl efendi insanın vicdanı ve iradesidir.
Ve belki 2050’nin manşeti şunu yazacak:
“Algoritmalar parayı yönetti ama anlamı hâlâ insan verdi.”
Saygılarımla
Taşkın Koçak