Temel İslam ilimleri; Kur’an-ı Kerim okuma ve kıraat, tefsir, hadis, İslam hukuku, mezhepler tarihi, tasavvuf, kelâm, Arap dili ve belâğatı gibi bölümlerden oluşmaktadır. Her ilim dalının kendine has zorlukları ve özelliği vardır. Yalnız bir dal var ki; o dalın hem dünyada hem de ahirette işi çok zordur; bu İslam hukuku bölümüdür. Fıkıh âlimi olmak; “ateşten gömlek giymek ile eşdeğerdir” desek abartmış olmayız. Bunları yazarken amacımız İslam ilim dalları veya ilim adamları arasında bir kıyas yapmak değildir. Sadece bir gerçeği belirgin olarak vurgulamaktır.
Zamanımızdan 150 veya 200 yıl önce, fıkıh âlimi olmak her hal ve şartlarda günümüze nazaran biraz daha kolaydı. Tabii ki her zamanın ve dönemin kendi içinde farklı meseleleri ve sorunları olmuştur. Fakat 19. ve 20. yüzyıllara gelindiğinde bu ilim dalının hem önemi hem de zorluğu bir hayli arttı. Sanayi devrimi ile insanların çoğunun büyük şehirlere göç etmesi ardından teknolojinin çok hızlı ilerlemesi ve tüm bunlara bağlı olarak ortaya çıkan yenilikler, insanlığın kadim sosyal yaşamında ciddi paradigma değişikliğine neden oldu.
Çoğunlukla batıdan çıkan bu baş döndürücü gelişmeler, Müslümanların alışıla gelmiş hayatlarını derinden etkiledi. Sanayi, teknoloji ve modern hayatın olumlu veya olumsuz sonuçları özellikle fıkıh âlimlerinin üzerindeki yükünü bir hayli artırdı. Fıkıhçılar bu sorunlara çözüm arayıp, Müslümanların hayatlarının İslam dairesinin içerisinde kolaylaştırmak için büyük mücadeleler verdiler. Fakat fıkıh âlimlerinin işleri de o kadar da kolay değildi. Ortaya çıkan bu kadar sorunlar karşısında, büyük zorluklar ile karşı karşıya kaldılar. Geçmişte İslam fıkhının gelişmesine katkıda bulunmuş mezhep imamlarının ve birçok fıkıh âlimlerinin başlarına gelmeyen kalmamış; kimileri içtihat ve fetvaları sebebiyle zindanlarda çile çekmiş; kimileri de canı ile bunun bedelini ağır bir şekilde ödemiştiler. Ne hazindir ki onlar bu kadar çileler ve sıkıntılar çekip gittikten sonra, geride bıraktıkları eserleri çok kıymetli olmuş ve halen de başucumuzda referans olarak başvurduğumuz kaynaklarımızdır.
-18. ve 19. Yüzyılda ve günümüzde yaşayan birçok fıkıh âlimimiz de, hemen hemen aynı sıkıntılara maruz kaldılar ve hâlâ kalmaktadırlar. Tabii ki bu konuda risk almayı göze alanlar daha çok yıpranmaktadırlar. Ne yapsalar ne etseler ağızları ile kuş dahi tutsalar, bazı kesimleri hoşnut edememektedirler.
Fıkıh âlimleri bir meselenin çözümü hususunda fetva verdiklerinde, karşılarına ya marjinal “Modernistler” ya da marjinal “Gelenekçiler” çıkıyor. Bir kesimin hedefi olmaktan maalesef kurtulamıyorlar. Özellikle marjinal diyorum, lütfen kimse üzerine alınmasın!
Peki, fıkıhçıların hali ne olacak? Dijitalleşen ve nerdeyse her an çevrim içi (online) olan toplumun yeni meseleleri için eğer âlimler fetvalar vermezler ise bu durumda yeni nesillerin beklentileri karşılanmayacak ve bir boşluk oluşacaktır. “Alfa” kuşağı ve sonrasında beklenen “Ultra” kuşakların zamanlarında insan-robot ortak yaşam çağının geleceğini bilim dünyası birçok platformda dillendirmektedir. Ayrıca 2050 yılının; kritik birçok değişimin ve gelişimin miladı olacağını da ön görmektedirler. Bu hususu bir önceki “Toplum 5.0” yazımda detaylı bir şekilde yazmıştım. Tüm bunlar, gelecek nesillerin elimizden kaymasına neden olacak “ağır sorunlar” ile karşı karşıya kalacağımızın habercisidir. Özellikle son yıllarda gençler arasında artan deizm ve ateizmin, geleceğin en büyük problemi olacağı düşünülmektedir. İslam dünyası bu duruma neden olan sorunlara çözümler üretmeye çalışmakta olup, bu konuda büyük gayretler sarf etmektedir.
Gelecek kuşaklarda ortaya çıkacak sosyal ve iktisadi sorunlar karşısında fıkıh âlimlerimize büyük işler düşüyor. İleride baş gösterecek sorunlara şimdiden önlemler almamız lazım. “Nasıl olsa gelecekteki âlimler bu sıkıntılara çareler bulurlar ve bu sorunları çözeler” dememek lazım. Eğer mezhep imamları ve geçmişte yaşamış fıkıh âlimleri de aynı şekilde davransaydılar, bugün fıkıhta çok büyük sorunlar yaşamış olurduk.
Geleceğin fıkhı için ileri fıkıh senaryoları üzerinde çalışmalar yapılmasına ihtiyaç var. “Gelenek” ile “geleceği” en iyi şekilde buluşturup yeni çalışmalara kapılar aramalıyız. Bu hususta fıkıh âlimlerinin bir oluşumun altında kamuya açık olmayan ortamlarda birçok mevzuyu ele alıp, değerlendirmeleri ve çareler aramaları gerekmektedir. Her şeyden önce fıkıh âlimlerimizi yermemeliyiz, onları anlamalı ve onlara destek olmalıyız. Eğer onlara destek olmayıp sürekli eleştirirsek, âlimlerimizin sorunları çözmedeki cesaretleri kırılacak ve bunun sonucunda geleceğin fıkhının oluşması çalışmaları sekteye uğrayacaktır. Günümüzün ve geleceğin insanının huzuru, mutluluğu ve kurtuluşu için öncelikle âlimlerimize, sonra da bizlere çok görevler düşüyor, üzerimize düşen bu görevleri hakkı ve layık ile yapmayı Rabbimiz bizlere nasip eylesin.
Müslümanların hayatlarındaki sosyal ve iktisadi mesellerinin çözümü için mücadele eden ve kınayanın kınamasından çekinmeyen fıkıh âlimlerimize selam olsun, Allah yar ve yardımcıları olsun.
“Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.(Fatır:28)”
“Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin” (Buhari, Sahih, K. İlm bab 11, K. Ahkâm bab 22). Hürmetlerim ile.